Onunla ilk kez 1986 yazında tanıştım. Sabah Gazetesi’nin ilk mekanı olan ve satın alınmasında payımın bulunduğu Mecidiyeköy’de, Atakan Sokak’taki binada.

 

Sevgili ve rahmetli Güneri Civaoğlu’ndan söz ediyorum.

 

Sabah o sıralarda ilk depreminin sarsıntılarını yeni yeni atlatıyordu. Kurucu Genel Yayın Yönetmeni Rahmi Turan, gazetenin tam da birinci kuruluş yıldönümünde (22 Nisan 1986) bir grup arkadaşıyla birlikte istifa edip Haldun Simavi’nin Günaydın’ına dönmüştü. Turan’ın ekibinden sadece Zafer Mutlu kalmaya razı edilmişti Ve -doğal olarak- genel yayın yönetmenliğine getirilmişti.

 

---

 

1986 yazının o sıcak günlerinde Dinç Bilgin, Zafer Mutlu ve Güneri Civaoğlu fırtına gibi gazeteye girdiler.

 

Üçü öğle yemeğinde bir araya gelmişler, Dinç Bey ve Zafer Mutlu, Civaoğlu’nu Sabah’ta yazmaya ikna etmişlerdi.

 

Civaoğlu o günlerde Güneş Gazetesi defterini kapatmış, Bodrum’da tatil yapıyordu.

 

---

 

Hiç unutmuyorum; Civaoğlu gazeteye girdiğinde üstünde etekleri pantalonuna kadar sarkan, düğmeleri yarı beline kadar açık şık bir gömlek vardı. Saçları omuzuna kadar uzamıştı. Deniz kokuyordu. Yakışıklıydı. Karizmatikti. Güler yüzlüydü. Çevresine ışık saçıyordu. Sanki bir sıcaklık dalgası yayılıyordu vücudundan.

 

Dinç ve Zafer beylerle birlikte tüm servisleri dolaştı, kimine el salladı, kimiyle tokalaştı, sonra üçü birlikte patron katına çıktılar.

 

Güneri Civaoğlu, Sabah’ın ilk yazarı olmuştu. (İkincisi, kulakları çınlasın Güler Bilgin’in bana “Türk Basını’nın en genç yazarına sahibiz” diye övündüğü Mehmet Altan olacaktı.)

 

---

 

Civaoğlu, 1996’ya kadar Sabah’ın yazarı, daha doğrusu başyazarı oldu. Çünkü yazıları birinci sayfadan anonslanan tek yazarımızdı o.

 

Sonra, Aydın Doğan’ın transfer teklifiyle Milliyet Gazetesi’ne geçti. Son nefesini verinceye kadar orada kaldı. Toplam 28 yıl. Bir ömür. Milliyet patron değiştirdi ama Civaoğlu köşesini de, konumunu da korudu. Tabii bunda gazetenin vefasını da unutmamak gerekiyor.

 

---

 

Sabah’tan ayrılmasından sonra ara sıra görüştük. Özellikle, “Vogue” dergisinin Türkçe edisyonunun lansmanı nedeniyle Paris’te Ritz Otel’de verilen davetteki sohbetimizi unutamadım. Derginin Türkçe baskısının imtiyaz hakkı Doğuş Grubu’na aitti. Yani, Ferit Şahenk’e.

 

Derginin ilk sayısını süslemesi için özel olarak düzenlenen defileyi beklerken, Güneri Civaoğlu elini omuzuma attı. “Gel” dedi, “Birer kadeh bir şey içelim. Arada da laflarız…”

 

Otelin lobisine oturduk. Önümüzde birer kadeh votka ile sohbete başladık. Asla meslekle ilgili konu açılmadı aramızda. Hayatın gelip geçmekte olduğunu, kalan günlerin değerini bilmemiz gerektiğini söyledi. Sonra biraz edebiyat, yeni çıkan kitaplar… Sonra biraz sinema… Sonra onun inanılmaz içki kültürüne ilişkin bilgilerini anlattığı monolog… Sonra Paris, Strasbourg... Çünkü gençliğinde bir ara Strasbourg Üniversitesi’nde ekonomi okumuştu.

 

Defilenin başlamak üzere olduğu uyarısı yapılınca salona geçtik…

 

---

 

Daha sonra İstanbul’da birkaç kez bir araya geldik. Bazen bir davette, bazen baş başa yemekte.  Zamanla giderek seyrekleşti buluşmalarımız… Mekanlarımızın, yani gazetelerimizin konumları birbirinden o kadar uzaktı ki… Hele İstanbul trafiğinde…

 

Onunla son görüşmemiz telefonla oldu. 3 yıl kadar önce.

 

Bir sabah beni aradı. Bir haber ricası için. Hayır, haberin yayınlanması değil, yayınlanmaması için.

 

Elbette ricasını yerine getirdim. Sabah’ın ilk yazarı ve de 10 yıl boyunca başyazarı olan Civaoğlu’nun küçücük ve de zararsız bir ricasının gereği yapılmaz mı?

 

Ertesi gün yeniden arayıp teşekkür etti, “Sana bir şişe şarap göndermek istiyorum. Reddetmezsen sevinirim” dedi.

 

Gönderdi. Ben de arayıp teşekkür ettim.

 

O, son görüşmemiz oldu.

 

---

 

Ölümünü duyunca sohbetlerimizdeki sözleri kulağımda çınladı: “Hayat kısa, keyfini çıkarmaya bak…”

 

Ağladım.

 

Mail: erdalsafak029@gmail.com


YAZARIN DİĞER YAZILARI