PARAN VARSA: HAYAT SANA GÜZEL PARAN YOKSA: ÖRT Kİ ÖLEM

 

Sadece Türkiye’de değil, dünyanın bir çok ülkesinde nüfus istatistikleri alarm veriyor.

 

Örneğin, Japonya… 125 milyon nüfuslu ülkede 80 yaş üstündekiler yüzde 10’u geçti. Bir başka deyişle, her 10 Japon’dan biri 80 yaşın üstünde. Yaşlılığın eşiği kabul edilen 65 yaş üstündekiler ise nüfusun yüzde 29.1’ini oluşturuyor. Yani, kabaca her 10 Japon’dan 3’ü 65 yaşın üstünde. Ya da “İhtiyar” diye sınıflandırılıyor.

 

Aynı şekilde, örneğin Çin’de, Fransa’da, Güney Kore’de, İtalya’da, Brezilya’da da ilk kez ölümler doğumları geçti. Rusya da çok tehlikeli bir inişte. Uçsuz bucaksız Sibirya çok yakında bomboş kalacak. Ya da sınır koruma görevlileri bile olmayacağından, Çinliler’in, Kuzey-Güney Koreliler’in istilasına uğrayacak.

 

(Not-1: ABD, Almanya İngiltere gibi ülkeler göçler, mülteciler sayesinde genç-yaşlı dengesini bir ölçüde koruyabiliyor. Daha birkaç hafta önce ABD, 500 bin kaçak Venezuela vatandaşına daha sığınma hakkı ya da vatandaşlığın ilk adımı olan yasal statü vereceğini açıkladı.)

 

(Not-2: Yunanistan’dan Bulgaristan’a, Romanya’dan Sırbistan’a kadar tüm Balkan ülkelerinde nüfus baş döndürücü bir tempoyla azalıyor. İki nedeni var: Doğumların azalması ve insanların ekmek parası için yoğun bir şekilde Batı Avrupa ülkelerine göç etmeleri. Özellikle başta sağlık çalışanları olmak üzere ne kadar yetişmiş, kalifiye kadrolar varsa, hepsi vatanlarını terkediyorlar. Örneğin, Fatih Sultan Mehmet ya da Kanuni Sultan Süleyman günümüzde Balkanlar’ın fethine girişselerdi, karşılarında savaşacak bir ordu bulamayacaklardı!)

 

Konumuza dönelim; doğumların ve ölümlerin azalmasını, nüfusun hızla yaşlanmasını hangi dinamikler tetikliyor?

 

Birçok cevabı var. Ama en önemlisi ekonomik koşullar: Hayatın giderek daha da zorlaşması nedeniyle çiftler, yani karı-koca ikisi de çalışmak ihtiyacı duyuyorlar. Bu da çiftleri çocuk yapmaktan caydırıyor. Öyle ya; ikisi de çalıştıklarına göre, doğacak çocuğu kime bırakacaklar? Kreş mi? Ateş pahası. Anneanne veya babaanne mi? Onlar kendilerine bakmakta zorlanıyorlar. (Not: Zaten bu yazının konusu da bu.)

 

Özetle, Afrika dışında bütün kıtalarda -birkaç ülke istisna- doğumlar alarm zillerini çaldıracak kadar düşüyor.

 

---- ----

 

Öbür yanda ise dünya genelinde yaşam kalitesinin artmakta olması, sağlık hizmetlerinin her geçen gün daha da gelişmesi sayesinde kronik hastalıklardan ölümler aşağıya çekiliyor, kanserden ölümler azalıyor, kalp-damar hastalıkları eskisi kadar öldürmüyor.

 

Çok yıllar önce Rahmi Koç’un bir röportajını okumuştum. Şöyle diyordu: “Paranız varsa doktorlar sizin ölmenize kesinlikle izin vermiyorlar. Tam tersine sizi hayatta tutmak için tıbbın tüm imkanlarını seferber ediyorlar.”

 

--- ---

 

Gelelim Türkiye’ye…

 

TÜİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) son verilerine göre ülkemizde toplam 13 milyon 722 bin emekli var. Bunun 8 milyon 615 bini işçi emeklisi, 2 milyon 718 bini esnaf (Bağ-Kur) emeklisi, 2 milyon 389 bini memur emeklisi.

 

Çalışanların ve öğrenimini bitirip veya yarıda bırakıp iş hayatına atılacakların omuzlarına daha bismillah demeden çökecek ve de emekliliklerine kadar taşıyacakları sosyal yükü çok somut veriyle anlatayım: Bebekleri, çocukları, öğrencileri, ev kadınlarını ve emeklileri çıkarın: Türkiye nüfusunun sadece 5’te, hatta 4’te biri, nüfusun 7’de birine ha bre destek primi ödüyor. Buna bir de ailelerin -maddi olmadığı için hiçbir şekilde bilançolarda yer almayan- sülale içi dayanışma katkılarını veya erzak yardımlarını ekleyin.

 

Özet: Türkiye çalışanları ve imkanları olsun ya da olmasın onların aileleri; 13.7 milyon emekli, onların eşleri ve de yakınları için çırpınıyor. Hayır, sadece beslenmeleri için değil, evleri yoksa kiraları, evleri olsa da olmasa daaidatları, elektrik-su-doğal gaz-telefon-TV aidatlarına da destek olabilmek için.

 

Bu tablo ne kadar böyle gidebilir? Toplum bu yükü veya ağırlığı nereye kadar taşıyabilir?

 

--- ---

 

Ne demiştim?

 

Türkiye yaşlanıyor. Bu da bakıma veya en azından el vermeye muhtaç kişi sayısının ürkütücü hızla artması sonucu getiriyor. (Çünkü TÜİK ve Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 65 yaşın üstündekiler, 80’i devirseler bile hayatlarının son 20 yılını hastalıklarla boğuşarak geçiriyorlar.)

 

Buyurun size tablo:

 

2022 verilerine göre, Türkiye’de 65 yaş ve üstü 8.5 milyon kişi, toplam nüfusun yüzde 9.9’unu oluşturuyor. Japonya’dan pek de uzak bir seviye değil. Bu, son 5 yılda bu üst yaş dilimindekilerin sayısının yüzde 22.6 arttığı anlamına geliyor.

 

Daha önce de belirttiğim gibi, “Yaşlılık eşiği” dediğim 65-74 yaş aralığında olanlar bu “İhtiyarlar” grubunun yüzde 64.5’ini oluşturuyor.

 

75-84 yaş aralığı yüzde 27.7’yi buluyor.

 

85 yaş ve üstü yüzde 7.9 gibi ciddi bir rakamda tutunuyor.

 

Biliyor musunuz, yine TÜİK verilerine göre halen Türkiye’de 5.344 kişi bir yüzyılı devirmiş olarak hayatlarını sürdürüyorlar. Allah daha da uzun ömür versin. Ama sağlıkla, ele-güne muhtaç olmadan.

(Not: Hatırlar mısınız, arada bir basında-medyada “Bilmem kim dede, bilmem kim nine, yüz yaşını belediyenin (Veya mülki amirliğin) gönderdiği pastayla kutladı. Şu kadar çocuk, şu kadar torun, şu kadar torun çocuğu, şu kadar torun torunu var” haberleri yayınlanır. İşte onlar ‘Yüzyılı devirenler” kulübünün yeni üyeleridir.)

 

--- ---

 

Türkiye tablosu böyle.

 

Peki, “Emekli cenneti” dile adı çıkan veya ünlenen İzmir’in tablosu nasıl?

 

O da üçüncü yazıyı hak ediyor.

 

Mail: erdal.safak@outlook.com


YAZARIN DİĞER YAZILARI