İZMİR YAŞLI DEĞİL EMEKLİ CENNETİ (VEYA CEHENNEMİ)

 

Bir önceki yazımda TÜİK’in son verilerine göre, Türkiye’de 8.5 milyon kişinin 65 yaş ve üstünde olduğunu, bunun da toplam nüfusun yüzde 9.9’unu oluşturduğunu anlatmıştım. Ve eklemiştim: Son 5 yılda bu üst yaş (“İhtiyar” sözcüğünün nazikçe ifadesi) dilimindekilerin sayısı yüzde 22.6 arttı.

 

Peki, “Yaşlı cenneti” diye adı çıkan İzmir’deki tablo ne?

 

Madem artık -yeniden- İzmirli oldum; kentin sosyolojik ve demografik durumunu öğrenmem şart.

 

--- ---

 

İzmir’in nüfusu yuvarlak rakamla 4.5 milyon kişi. Yılda ortalama 40 bin kişi dolayında göç alıyor. (Not: Şimdi son yıldaki bu ortalama 40 bin yeni İzmirli’ye biz de eklendik; ben, eşim ve küçük oğlum. Acaba köpeğimiz Baby’yi de saymalı mıyım?)

 

İzmir’de ortalama yaşam süresi, Türkiye genelinden 4 yıl daha fazla.

 

Bunun doğal sonucu olarak 537 bin 669 kişi “Yaşlılığın ilk basamağı” sayılan 65 yaşı aşmış durumda. Bu rakam sizi yanıltmasın; İzmir’in yaşlı nüfusu, Türkiye ortalamasının üstünde değil, tam tersine altında: Türkiye ortalaması yüzde 9.9, İzmir ise yüzde 8.3.

 

Peki, İzmir’in “Emekli şehri” algısı nereden kaynaklanıyor. Yanıt: Genç emeklilerden. Çünkü, 4.5 milyon nüfusun 1 milyon 16 bini emekli. (Not: Bu rakama EYT’den emekli olan 180 bin kişiyi daha ekleyin. Etti mi size aşağı-yukarı 1 milyon 200 bin emekli!) Özetle, her 4 kişiden biri emekli! Çocukları, ev kadınlarını çıkarın; hala çalışma yaşında sayılabilecek her 2 kişiden birinin emekli olduğu sonucuna çok kolayca varabilirsiniz.

 

Bir örnek: Karşıyaka’da Atakent diye bir semt veya mahalle var. 1990’larda Emlak Bankası inşa ettirdi. Nüfusu 10 binin biraz üstünde. Ve semt sakinlerinin yüzde 70’den fazlası emekli. Hatta, Atakent’in inşasında görev yapmış, mühendisler ve mimarlar bile o zamanlar oradan satın aldıkları dairelerde emeklilik günlerini geçiriyorlar.

 

--- ---

 

Uluslararası Çalışma Örgütü’nden (ILO) Türk-İş’e, DİSK’ten emeklilerin çeşitli sendika ve STK’larına kadar birçok uzman kuruluşun araştırmalarına göre, Türkiye’de 4 kişilik bir aile için “Yoksulluk sınırı” 40 bin liraya dayandı.

 

Yani konut (Kira, elektrik, su, yakıt), gıda, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçların insana yaraşır bir şekilde karşılanabilmesi için bir eve ayda en az 40 bin lira girmesi gerekiyor.

 

Oysa yine ILO araştırmasına göre, Türkiye’de ortalama emekli maaşı, yoksulluk sınırının yani, 40 bin liranın sadece yüzde 21.7’sine denk geliyor. Uganda’daki ortalamanın yarısı bile değil!

 

Üstelik İzmir’de hayat, algıların tam aksine, örneğin İstanbul’dan daha ucuz değil. Sebze-meyve fiyatları Türkiye’nin en pahalı, geçinmesi en zor kenti diye bilinen İstanbul’la bire bir aynı. Et,tavuk, balık da öyle.

 

Elektrik, doğal gaz, su faturaları İstanbul’u hiç mi hiç aratmıyor.

 

Peki, bu koşullarda İzmir’de emekliler nasıl yaşamlarını sürdürecekler? En kolay yanıt: Ek iş yaparak!

 

Ama İzmir’de o da pek mümkün değil. Zira iş sahası, istihdam imkanı son derece kısıtlı.

 

Bazı emekliler aralarında örgütlenmişler. Hafta sonlarında düğün-dernek düzenleyenler servis için ek garsona ihtiyaç duyduklarında bu emekliler grubuna başvuruyorlar. İş dediğin hepsi bu.

 

Peki, İzmir’de yaşayan bir milyonu aşkın emekli günlerini nasıl geçiriyor?

 

Kadınlar herhalde evlerinde.

 

Erkekler ise… İki çayla günlerini dolduracakları kahvelerde. Çok az bir bölümü ise akşama eve balık götürebilecekleri umuduyla İzmir Körfezi’nin kirli sularına olta sallayarak.

 

Hayır, İzmir emekli cenneti değil. Tam tersine, bir cehennem.

 

Ancak ölümle kurtulabilecekleri bir yeryüzü cehennemi.

 

O nedenle Karşıyaka’da her köşe başında bir kazı-kazan satıcısı var. Ve hepsinin önünde gün boyunca her dakika en az 30 müşteri. Hepsi de yaşlı. Sürekli bilet kazıyıp duruyorlar; acaba bir şey çıkar mı umuduyla…

 

Neymiş… Emeklilik ikinci baharmış! Duy da inanma…

 

Mail: erdal.safak@outlook.com


YAZARIN DİĞER YAZILARI