Geçenlerde bir öğleden sonra Karşıyaka sahilinde yürürken, bir zamanlar Evliyazade Köşkü’nün bulunduğu binanın önünden geçtim. Şimdiki adı Çağlayan Apartmanı.

 

Avrupa’daki kentlerde en beğendiğim uygulamalardan biri, toplumsal belleği taze tutmak ve genç kuşaklara geçmişi hatırlatmak için tarihi mekanların önüne veya duvarına bir plaket konulması ve o plakette binanın hangi anıları barındırdığını anlatan birkaç cümlelik yazılar olurdu.

 

İzmir’de, Karşıyaka’da da yerel yönetimler bir kadirşinaslık gösterip kent belleğinin bu önemli duraklarında Avrupa’daki uygulamanın benzerini getirmişler. Kutlarım.

 

--- ---

 

Çağlayan Apartmanı’nın önünde bir süre durdum. Plakette aynen şöyle yazıyordu:

 

“9 Eylül 1922 sonrası kısa bir süre Başkomutan Mustafa Kemal’in karargahı olarak kullanılan ve ne yazık ki, artık ayakta olmayan bu ev dünyaya ulusal onur dersinin verildiği önemli bir mekandı. 360 kapı no’lu Çağlayan Apartmanı, Mustafa Kemal’in Büyük Zafer’den sonra İzmir’de kaldığı, basamaklarına serilen Yunan bayrağını çiğnemeyi reddettiği evdi.

 

Mustafa Kemal, ‘O geçmişte bir hata etmiş. Bir milletin istikbalinin timsali olan bayrak çiğnenemez. Biz onun hatasını tekrar edemeyiz’ demişti.

 

Aynı eve İzmir’in işgali sırasında Türk bayrağını çiğneyerek giren Yunan Kralı 1’inci Konstantin’e ve tüm dünyaya ulusal onurun ne demek olduğunu göstermişti.

 

Bu pano, toplumsal belleğimizi canlı tutan böylesine önemli tarihi mekanları korumak ve yaşatmak düşüncesiyle, 9 Eylül 1999 tarihinde yapılmıştır.”

 

--- ---

 

O köşk ayrıca İttihat ve Terakki’nin güçlü adamı Doktor Nazım’ın, Atatürk’ün değişmez Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın, Türkiye’yi 10 yıl boyunca yönetip çağ atlatan Adnan Menderes’in ve onun kabinesinin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun damat oldukları ailenin mülküydü.

 

Gözyaşlarımı tutamadım. Yerinde koca bir apartmanın yükseldiği o köşkte iki yıl geçirmiştim.

 

O iki yıl siyah-beyaz bir film gibi gözümün önünden akıp geçti.

 

Köşke 1961 yazında adımımı attım. Hiç unutmuyorum, binaya götüren mermer merdiven 12 basamaklıydı. Evin hanımefendisi, Doktor Nazım’ın kızı Sevinç Hanım’ı (Bozinal) merdivenlerin sonundaki balkonda bir koltuğa oturmuş, dalgın dalgın İzmir Körfezi’ni seyrederken bulurdum. “Çok dakiksiniz Erdal Bey” derdi, “İçeriye girmeden önce bir çay içmek ister misiniz?”

 

15-16 yaşındaki çocuğa “Bey”diye hitap edecek kadar nazik ve ince düşünceliydi.

 

Yine hiç unutmuyorum, asla unutamam da; hayatımda ilk yılbaşı yemeğini o köşkte yemiştim.

 

Sevinç Hanım, eşi Fuat Bozinal Bey, oğulları Sedat ve ben, 4 kişi, salondaki yılbaşı sofrasına oturmuştuk. Sevinç Hanım, “Bizim pek dostumuz yok. Yeni yıla sizinle birlikte girmek istiyoruz” demişti.

 

Mönüde iç pilavlı hindi dolması vardı. Ve sessizliği kırmak için fonda Salvatore Adamo’nun “Tombe la neige” şarkısı çalıyordu. (Hani, Türkçe’ye rahmetli Fecri Ebcioğlu’nun “Her yerde kar var diye uyarladığımız, Nilüfer’in harika okuduğu şarkı: Her yerde kar var, kalbim serin bu gece, belki gözler yalnız özler, karda senden izler. Hatırladınız mı? Veya hatırlayanız var mı?” Benim onlara yılbaşı armağanı verme imkanım yoktu. Ama onlar bana hazırlamışlardı: Sevinç Hanım’dan bir kazak, Fuat Bey’den bir zarf. O zarfın içinde ailemi (annem, kardeşim, anneannem ve ben) bir aylığına da olsa ferahlatacak iki tane 50 liralık banknot vardı. Gözyaşlarımı güçlükle tutabilmiştim.

 

---

 

Evliyazade Köşkü’nde geçirdiğim yılları Sabah gazetesindeki köşe yazılarımda iki kez anlatmıştım.

Hem hatırlatmak, hem de o yıllara özlemimi biraz olsun dindirmek için o yazıları tekrar aktarıyorum.

Hey gidi yıllar…

 

--- ---

 

Evliyazade Ailesi ve köşkle ilgili ilk yazım 28 Mayıs 2010 tarihinde yayınlandı. Başlığı: “50 yıl önce”.

 

İşte yazı…

 

1961 yazında bir akşam üzeri Karşıyaka Yalısı'ndaki köşkten içeri adımımı attığımda derin bir sessizlik ve ağır bir kasvetle karşılaştım. Yüksek tavanlı salonun duvarında redingotlu, gözlüklü ve bastonlu bir Osmanlı aydınının yağlı boya portresi asılıydı. 1961 yazında hafta sonları Karşıyaka Yalısı'nın sonundaki Deniz Bostanlısı’ndaki plaja giderdim. Plajın sonunda yeni inşa edilmiş (1959'da) iki katlı, küçücük bahçeli, şirin bir villa vardı. Yetim büyüdüğüm için yaz tatillerinde çalışırdım. Babasından kalan üç kuruşluk emekli maaşıyla evimizi çevirmeye çalışan anneme destek için. O yaz bir komşumuzun torpiliyle İzmir Pamuk Mensucat Fabrikası'na girmiştim. Hemen yanında bir de İzmir Yün Fabrikası vardı. İkisinin de sahibi aynı kişiydi: William Giraud. İki fabrikayı iki oğluna emanet etmişti. Pamuk Mensucat'ı Herve Giraud'ya, İzmir Yün'ü Alain Giroud'ya. (Not: Herve Giraud, Mustafa Koç'un eşi Caroline'in babası.)

 

Paydoslarda bir kenara çekilip kitap okuduğumu gören fabrikanın personel müdürü, "Burası sana göre değil" demişti, "Gel sana daha iyi bir iş bulalım..." Sonra eklemişti: "Bir ilkokul çocuğunun okul ödevlerini yapmasına yardımcı olur musun? Parası da buradan fazla."

 

Yani bir tür etüd ağabeyliği-mürebbilik karışımı bir şey. Kabul etmiştim. Ve bir kâğıt parçasına bir adres karalayıp uzatmış, "Seni bekliyorlar" demişti. Kâğıtta Karşıyaka Yalısı'ndaki köşkün adresi yazılıydı. Yüksek tavanlı salonunun duvarını bir Osmanlı aydınının tablosunun süslediği Evliyazade Köşkü. Sahipleri Sevinç-Fuat Bozinal çifti.

 

O etkileyici köşkte iki yıl boyunca Bozinal çiftinin oğlu Sedat'a yarı öğretmenlik-yarı arkadaşlık yaptım. Sonbaharla birlikte köşkteki sessizlik ve kasvet daha da ağırlaştı. Adeta bir matem havası çökmüştü. Bir ara cesaretimi toplamış ve Sevinç Hanım'a duvardaki tabloyu gösterip sormuştum: "Kim?" Yüzünde hüzün gölgeleri dolaşmış, "Ailemizin ilk şehidi" demişti ve hıçkırmıştı: "Doktor Nâzım... Babam." (Not: Doktor Nazım, Atatürk'e İzmir suikasti sanıkları arasında yer aldı ve İstiklal Mahkemesi’nin Ankara’daki duruşmaları sonunda idam edildi.) İki hıçkırık arasında hiç unutamadığım bir cümle daha çıkmıştı ağzından: "Şimdi onun yanına yeni şehitlerimizin portreleri gelecek." Geldi de. Evliyazade Ailesi'nin kurucusu Evliyazade Hacı Mehmet Efendi'nin kızı Naciye Hanım'dan dünyaya gelen Fatma Berrin Hanım'ın eşi Adnan Menderes. Ve Evliyazade Hacı Mehmet Efendi'nin kızı Makbule Hanım'dan dünyaya gelen Emel Hanım'ın eşi Fatin Rüştü Zorlu. (Not: Sevinç Hanım da, Evliyazade Hacı Mehmet Efendi'nin Doktor Nâzım'la evlenen kızı Beria Hanım'dan dünyaya gelmişti.) Ne tuhaftı; Karşıyaka Yalısı'ndaki köşkte iki şehidin daha portresi asılırken, yalının bulunduğu caddenin sonundaki plajın ucundaki iki katlı villada da onları ölüme gönderen Milli Birlik Komitesi'nin Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel oturuyordu. Evliyazade Köşkü yasa bürünürken, Gürsel Villası da sessizliğe gömülmüştü. Ve ben iki havayı da teneffüs etmiştim. Her 27 Mayıs'ta bana artık yerinde yeller esen o köşkün hüzün yüklü sisleri arasından yaslı gölgeler çıkagelir. O villadan da "Gücüm yetmedi, önleyemedim" diye mırıldanan yorgun generalin hayaleti...

 

 

İkinci yazı 25 Aralık 2011 tarihini taşıyor. Başlığı: “Sisler arasından”.

 

Ve işte o ikinci yazı…

 

Bu öyküden, daha doğrusu gençlik yıllarımın bu anısından birkaç yazıda bölük-pörçük söz ettim. Bir de derli-toplu anlatayım...

 

***

 

"Sanıklar getirildiler. Bağlı olmayarak yerlerine alındılar. Müdafiler hazır. Açık olarak duruşmaya devam olundu..." Yassıada'da Celal Bayar ve Adnan Menderes başta olmak üzere Demokrat Parti kadrolarını yargılayan Yüksek Adalet Divanı'nın Başkanı Salim Başol, her duruşmayı bu sözlerle açardı. Ben de her akşam İstanbul Radyosu'nun duruşmaları özet yayın olarak veren "Yassıada Saati"nin de "Prolog"u olan bu cümleleri dinleye dinleye ezberlemiştim. 1945 doğumlu olan ben o sıralar çocukluk ile gençlik arasındaki eşikteydim. 14-15 yaşlarımda. Babamın 1957'de, tam da 27 Mayıs ihtilaline giden yolun ilk taşlarını döşeyen 27 Ekim 1957 erken genel seçimlerinin yapıldığı gün hayatını yitirmesi nedeniyle korumasız kalan ve çok ciddi geçim sıkıntısı çeken evimize destek için yazları çalışırdım. 1961 yazında İzmir’in Halkapınar bölgesinde bulunan William James

 

Giraud'nun "İzmir Pamuk Mensucat" fabrikasında çalışıyordum. Fabrikada basma da üretiliyordu; adı "İzmir Basma"ydı. Hemen yanında yine Giraud ailesinin olan "İzmir Yün" fabrikası vardı. Aslında, William James Giraud epey yaşlandığı için fabrikaları iki oğlu yönetiyordu. Pamuk Mensucat'ı Alain Giraud, İzmir Yün'ü Herve Giraud (Not: Mustafa Koç'un eşi Caroline Giraud'nun babası). Bir gün personel müdürü Tufan Bey çağırdı odasına, "Seni öğle paydoslarında hep bir köşeye çekilip kitap okurken görüyorum. Bu iş sana göre değil. Seni bir yere göndereceğim, hem daha çok para kazanacaksın, hem de severek çalışacaksın" dedi. Elime bir kâğıt tutuşturdu; baktım Karşıyaka'da Evliyazade Köşkü’ne gönderiyor. "Seni bekliyorlar" dedi uğurlarken. Gittim. Meğer yeni işim evin oğlu Sedat Bozinal'a hem ağabeylik, hem de derslerinde yardım etmekmiş. Evin hanımı, yani Sedat'ın annesi Sevinç Hanım, İttihat Terakki'nin liderlerinden, Atatürk'e İzmir suikastı davalarının sonuncusunda, Ankara’daki duruşmalarda idam edilen Doktor Nazım'ın kızıydı. Doktor Nazım da, İzmir'in en köklü ailelerinden Evliyazade'lerin damadı. Öylesine geniş ve köklü bir aileydi ki Evliyazade'ler, evlilik bağlarıyla Adnan Menderes'i, Fatin Rüştü Zorlu'yu, Tevfik Rüştü Aras'ı damat olarak aralarına kattılar. Hatta bir kolları Osmanlı Sarayı'na, Padişah Vahdettin'e kadar uzandı. Giraud ailesi de Evliyazade Hacı Mehmet Efendi’nin ortağıydı.

 

***

 

Evliyazade Köşkü, Karşıyaka Yalısı'nda görkemli mi görkemli bir yapıydı. Ve nice anılar barındırırdı. İzmir'in işgalinde Yunan Kralı 1’inci Konstantin orada kalmıştı, İzmir'in kurtuluşunda da Mustafa Kemal Atatürk. Hani, Atatürk'ün ayağının altına serilen Yunan bayrağını kaldırttığı anısı var ya; Evliyazade Köşkü’nde geçmişti o olay. Atatürk'ün içtiği kahvenin fincanı da telvesiyle birlikte köşkün salonundaki vitrinde dururdu. Salona girdiğinizde kalpaklı, redingotlu, bastonlu ve gözlüklü bir Osmanlı şahsiyetinin dev bir yağlıboya portresi karşılardı sizi. "Kim bu" demiştim, "Hele bir aileyi tanı, o zaman söylerim" demişti Sevinç Hanım. Haftalar sonra merakımı giderdi: "Bu ailemizin ilk şehidi. Babam. Doktor Nazım." Gözyaşlarını tutamıyordu.

 

***

 

Aradan birkaç ay geçti. İki portre daha eklendi Doktor Nazım'ın yanına. Ailenin yeni şehitleri: Adnan Menderes ile Fatin Rüştü Zorlu.

 

***

 

Evliyazade'ler ve Menderes'ler daha sonra da epey kurban verdiler: Yüksel Menderes, Mutlu Menderes... Aydın Menderes bu hüzünlü zincirin son halkası oldu. Ama ne Yüksel Menderes'in portresi eklendi Evliyazade Köşkü’nün salonuna, ne de Mutlu Menderes'in. Ne yazık ki, Aydın Menderes'in portresi de asılamayacak. Çünkü o görkemli köşk 1970'lerde yıkılıp yerine bir apartman dikildi...

 

Mail: erdal.safak@outlook.com


YAZARIN DİĞER YAZILARI