BİTİREMEYECEKLERİ KADAR PARA KAZANIP, ÖLÜMÜ BEKLEYENLER

 

İlk yazıyı Alaçatı’daki kahvehanede bir masada okey oynayanlara merakımı yenemeyip ortaya yönelttiğim bir soruyla noktaladım: “Arkadaşlar, sizce bir sakıncası yoksa, yazları, özellikle de kışları günlerinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?”

 

Masadakilerin hepsi güldü. Ve bir ağızdan yanıtladı: “Para yiyoruz!”

 

---- ---

 

İki kahkaha arasında masadakilerin biri açıkladı:

 

“Bak arkadaş, bu kahvede gördüklerinin hepsi (Not: Yaş ortalamaları taş çatlasın 55-60 arasıydı) Bağ-Kur emeklisi. Hepsinin bağı, bahçesi var. Hepsinin ama küçük ama büyük teknesi var. Hepsinin en az 4-5 evi var. Birinde oturuyorlar. Diğerlerini kiraya veriyorlar. Sezonluk değil, yıllık. Aylığı en az 40 bin liradan. 4 ev ayda 150-160 bin lira getiriyor.

 

Sabahları balığa çıkıyor, kısmetinde ne varsa oltalarına veya ağlarına takılıyor. Sonra bağlarından,-bahçelerinden sebzelerini, meyvelerini topluyorlar.

 

Çarşıdan alacakları ne kalıyor? Bir-iki ekmek. Arada bir bir kilo et, kıyma. Hepsi bu.

 

Peki, o kadar kira gelirini ne yapacaklar? Çünkü umurlarında bile olmayan emekli maaşını çerez parası veya bahşiş olarak dağıtıyorlar.

 

Cevap: Kimisi barlarda harcıyor. Masadan biri Yaşı 60’ların başındaki birini gösterip, ‘Bunun gibi’ diyor. Gösterilen kişi gülüyor, ‘Haftada bir giderim. Her seferinde en az 3-4 kadını masama çağırırım”’ diye konuşuyor.

 

Kimisi metres tutup ev açıyor. (Not: Yine birini gösterip ‘Bunun gibi’ diyor. O da gülerek, ‘Metres insanı gençleştiriyor. Hem sonra tek çiçekle bahar geçer mi?’ yanıtını veriyor.)

 

Kimi de, özellikle kız babaları bankaya yatırıyor, ki damatlar, artanı da torunlar yesin diye. ‘Ben yiyemedim, siz yiyin’ mantığıyla. (Not: Yine birini gösteriyor, ‘Bunun gibi’ diyor. O da gülüyor, ‘Haklısın. Ben har vurup harman savurmam, onlara kalsın’ anlamında kafasını sallıyor.)

 

Sonra öğle yemeğimizi yedikten sonra buraya damlıyoruz. Okey oynuyoruz. Partisi 200 liradan. Birbirimizi ütmek için değil, birbirimizin damarına basarak yaşadığımızı hissetmek için. Okeyde gün boyu taş çatlasın 400-600 lira kaybedersin. Eh, her parti için masa, yani 4 oyuncu olarak 200 lira da kahveciye verirsin. Helali hoş olsun.”

 

--- ---

 

“Yaz-kış bütün hayatınız bu mu?” diye sordum.

 

İçlerinden olgun, hayat gerçeğinin perdesini aralamış diyebileceğim biri başını eğerek cevap verdi:

 

-Arada bir de bir arkadaşımızı Çamlık Senar’a uğurlarız.”

 

-Yani, çoktan kapıya kilit vurmuş Kültürpark’taki gazinoyu mu kastediyorsunuz? Hani, şu Kürt Beşir’in sahibi olduğu, Müzeyyen Senar’ın on yıllar boyunca assolistliğini yaptığı gazinoyu mu? Yıllar önce kapanmadı mı o gazino?

 

-Yok. Bizim Çamlık Senar’ımız başka bir şey, farklı bir adres… Biz, Alaçatı Mezarlığı’na Çamlık Senar adını verdik. Orada toprağa verdiğimiz arkadaşlarımızı kastediyoruz.

 

- Alaçatı’dan çok cenaze çıkıyor mu? Çünkü, bildiğim kadarıyla insanlar burada uzun yaşıyor.

 

-Bu kahveden örnek vereyim: Yazları ayda ortalama 2 arkadaşı öbür aleme gönderiyoruz. Kışları ise 4-5’e çıkıyor. Malum, kış ölüm ayları.

 

-O zaman okeyci grubunuzun devamlı azalması gerekir.

 

-Hayır. Yeni emekliler geliyor. Taze kan takviyesi gibi bir şey.

 

--- ---

 

Ertesi gün yine kahveye gittim. Çayımı yudumlarken, okeycilerin hepsi bir anda ayağa kalktı, yola koyuldu. Kahveciye sordum:

 

-Nereye gidiyorlar?

 

-Çamlık Senar’a.

 

-Kim öldü?

 

- İki ay öncesine kadar burada okey oynayan bir arkadaşımız.

 

-Neden öldü? Kalp mi?

 

-Hayır. Meğer kansermiş. Akciğer kanseri. Son aşamaya gelince farkedilmiş. Çok geç. Doktorlar “Yapacak bir şey yok” dediler. Acılar içinde kıvranarak gözümüzün önünde mum gibi eridi. Ölüm onun için kurtuluş oldu.

 

Okeyciler, oyun, mahalle ve Alaçatı arkadaşlarını Çamlık Senar’da toprağa verdikten sonra kahveye döndüler, yeniden oyun masalarını kurdular. Oyuna devam. Hayata devam.

 

--- ---

 

Bir anekdot daha.

 

Çamlık Senar’ın, yani Alaçatı Mezarlığı’nın mezar kazıcısı “Müşteri” olmadığında kapının önüne çıkar, yoldan gelip geçeni seyredermiş. İnsan sarrafı olmuş. Geçenin yüzüne bakar, ne zaman öleceğini kestirirmiş: “Mehmet Efendi’nin 2 yılı kaldı… Ali Bey 3 yıl daha yaşar. Ahmet Ağa kötü görünüyor, 3 ay sonra buraya gelir. Ayşe hanımın 1-2 yılı var. Fatma teyzenin mezarını şimdiden kazayım. Bak, bu kız en az 40 yıl buraya girmez…”

 

Kahvedekiler, “O insan sarrafı mezar kazıcısı yüzünden Çamlık Senar’ın önünden geçmemeye çalışıyoruz. Yolu uzatmak pahasına” dediler.

 

Son bir anekdot:

 

Mezar kazıcısı o gün kaç kişiyi gömdüyse, akşam evine o kadar kutu veya şişe bira götürürmüş. 4 cenazeye 4 bira. 2 gömüye 2 bira.

 

İşler kesat olduğunda, yani “Müşteri” gelmeyip eli boş eve döndüğünde eşine çıkışırmış: “Uğursuz kadın! Sabah çıkarken bana ‘Hayırlı işler’ dilemedin, bak bir cenaze bile gelmedi. Bir kutu bira bile alamadan döndüm!”

 

---

 

Hem kahvedekiler, hem mezarcı yaşamın sırrını çözmüş.

 

Hayata bu kadar kalender bir bakışa hayran olmamak veya etkilenmemek mümkün olabilir mi?

 

Mail: erdal.safak@outlook.com


YAZARIN DİĞER YAZILARI