VE DURGUN AKIYOR KÖRFEZİN SULARI

 

Nakliyecinin İstanbul’dan İzmir-Karşıyaka’ya getirdiği kolileri, poşetleri -ki onlarca ve onlarcaydı- açıp eve sıkış tepiş yerleştirdikten sonra, gündemimizin ilk iki sırasına iki nakil işlemini aldık:

1-İkametgah adresimizi İstanbul’dan Karşıyaka’ya nakletmek.

2-Digitürk’ün İstanbul’daki evimizden Karşıyaka’ya naklini sağlamak.

 

--- ---

 

Adres nakli çocuk oyuncağıydı. İstanbul’da Bahçeşehir’den Maslak Ağaoğlu 1453’e taşındığımızda, mahalle muhtarına başvurup on dakikada halletmiştik.

Karşıyaka’da da öyle sandık.

Meğer değilmiş.

Eşim önce muhtara gitti. “Benim yetkim yok” cevabıyla karşılaştı.

-Nasıl yapacağım?

-Hükümet konağına gideceksiniz. Orada nüfus müdürlüğü var. Görevliye anlatacaksınız. O çözecek.

Eşim nüfus müdürlüğüne gitti. Görevlinin cevabı:

-Öyle bir çırpıda olmaz. Önce randevu alacaksınız.

-Öyleyse verin randevuyu.

-Yüz yüze olmaz. Evinize gidip telefonla randevu isteyeceksiniz.

-Kaç gün sonraya randevu verebilirsiniz?

-Ortalama üç gün.

-Gelirken kimliklerimizin yanı sıra istediğiniz bir belge olacak mı?

-Evet, son aylardan birinin elektrik ya da su faturası. Sizin adınıza olmasına dikkat edin

 

---- ----

 

Gerisini eşim anlatıyor:

“Randevunun verildiği tarihte ilçe nüfus müdürlüğüne yeniden gittim. Kimliklerimizi ve istenen faturayı uzattım. Görevli e-devlet’e girip kimliklerimizi ve buraya gelmeden önceki son ikametgah adresimizi kontrol etti. Sıra yeni adrese gelince, ‘Nasıl olur’ dedi, ‘Sizin verdiğiniz adreste zaten birileri oturuyor!’

Telefonla kapıcıyı aradım. ‘Bizim evde oturuyor görünenler kim?’ diye sordum. Cevap: ‘Bu apartman inşa edilmeden önceki mal sahipleri. Seçimde oy kullanabilmek için yıkılan binanın arsasında kafalarına estiği ilk rakam olan bir numaralı daire diye kayıt yaptırmışlar!’

Telefonu nüfus müdürlüğü görevlisine uzattım. Kapıcı bir de ona anlattı. Bereket görevli ikna oldu. Dairemizde oturuyor görünen o isimleri sildi, bizimkileri yazdı.”

Çok şükür, artık resmen Karşıyaka’ya taşınmış oluyorduk.

 

--- ---

 

Sıra geldi Digitürk’ü naklettirmeye.

Görevliyi aradık. İstanbul’dan İzmir’e taşındığımızı, decoder’ları da yanımızda getirdiğimizi anlattık. Servisten bir kişiyi göndermesini rica ettik.

“Bir dakika beklemenizi rica ediyorum. Servislerin iş yüküne bakayım” dedi. Bir dakika sonra yanıtladı: “En erken üç gün sonra.”

İyi ama İstanbul’da servisi aynı gün gönderiyordunuz…”

-Orası İstanbul, burası İzmir! Bir şey daha: Servis görevlisi sizden 349 lira hizmet bedeli isteyecek.

-İstanbul’da servis ücretsiz geliyordu.

-Orası İstanbul, burası İzmir!

 

--- ---

 

Evden çıktığım ilk gün, tuzlu kabak çekirdeği almak için çerezciye uğramıştım.

“Siz yenisiniz galiba” demişti.

-Evet, İstanbul’dan yeni geldik.

-24 saat yaşayan şehirden, 12 saat uyuyan şehire… Alışmanız zor olmayacak mı?

-Bilmem. Ama burada hayat sanki daha yavaş, daha sakin akıyor gibi.

-Aynen öyle. Sabah 09’da işe başlanır. Saat 12’de öğle paydosu verilir. Yemekten sonra bir saat kadar siesta yapılır. 13.30’a doğru tekrar işbaşı. Saat 18 oldu mu, herkes evine. Sadece restoran ve bizim gibi ıvır-zıvır satan esnaf hariç.

 

Ekledi:

 

-Burada buluşmalar, randevular, servis hizmetleri için de en erken üç gün sonrasına tarih verilir. Neredeyse hastaneler bile en acil ameliyatları üç gün öteleyecekler.

-Ben tez canlıyım. Böylesine ağır akan nehirde yüzebilir miyim?

Yüzüme baktı. Gülümsedi. “Allah ömür verirse, iki-üç yıl sonra buradaki hayata ayak uydurursunuz.”

-Peki, uyuşukluk, miskinlik yaşlanmayı hızlandırmıyor mu?

-Tam tersine. Siesta, yavaş hayat bünyeyi dinlendiriyor, yeniliyor.

Öyleyse, merhaba “Sakin şehir!”

 

Mail: erdal.safak@outlook.com


YAZARIN DİĞER YAZILARI