Geçen gece, daha doğrusu sabaha karşı bir öpücük ve dil yalamasıyla uyandım. Yanaklarıma baktım ıslaktı. Elimi az yukarıya, alnıma doğru gezdirdim. Sımsıcaktı,

 

Beni uyandıran öpücüğü ve dil yalamasını anımsamaya çalıştım. Uyku sersemiyle, bu sıcacık temastan önceki düşümü anımsamaya çalıştım.

 

Buldum.

 

Junior rüyama girmişti.

 

Beni çok özlemişti herhalde.

 

Ben de onu çooook.

 

Junior’ı, sevgili oğlumu 5 Ocak 2013’ü 6 Ocak’a bağlayan gece yitirmiştik, Ölümünden 10.5 yıl sonra düşümde beni ziyaret ediyordu.

 

Sabah güneşinin henüz doğmadığı o saatte yatakta bağdaş kurdum ve onunla geçen mutlu yıllarımızı hatırlayıp doyasıya ağladım.

 

Filmi başa sarayım. En iyisi sözü Junior’ın ölümünden üç gün sonra, 8 Ocak 2013 Salı günü yayınladığım yazıma bırakayım.

 

--- ---

 

Ben hayatı sevdiklerimden oluşan bir "Puzzle" olarak görürüm. Cumartesi'yi Pazar'a bağlayan gece o "Puzzle"dan bir parça koptu. Artık hayatım hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak.

 

***

 

Onu, o mini minnacık “İskoç Terrier” cinsi köpeğimi 1996 Mayıs’ında bir bahar günü eve getirdiğimde avucumun içinde uyuyordu. Seda Kaya Güler (Not: O tarihlerde Sabah gazetesi çalışanı) onu bana teslim ederken "Adı Balköpük" demişti. Tüyleri bal köpüğü renginde olduğu için. Küçük oğlum "İlle de adını değiştirelim" diye tutturdu. Konulacak adı da o buldu: Junior. Yani, evin en küçük oğlu... O en küçük oğul, biyolojik yaşta önce küçük oğlumu geçti. Sonra büyük oğlumu. Daha sonra ikisinin yaşlarının toplamını. Daha sonra eşimin yaşını. Daha sonra beni. Daha sonra benim ve eşimin yaşlarımızın toplamını. Daha sonra "Dalya+20" dedi. Bir ay daha dayansa 13 Şubat'ta 7 yıl daha eklenecekti yaşına. Ama Cumartesi'yi Pazar'a bağlayan gece...

 

***

 

İlk yıllarında geceleri başını göğsüme dayayarak uyurdu. Büyüdükçe ayak ucuma doğru geriledi. Daha da büyüyünce başucuma serildi yatağı. Junior sayesinde ben hiç saat kurmadım. Her sabah ama yaz-kış her sabah yanağıma kondurulan bir öpücükle uyandım. Kuşluk vakti çiği kadar duruydu o öpücük. Berrak bir derede yüzmek kadar mutluluk, neyden yükselen nağmeler kadar huzur veriyordu. Bazen aşk oyununu uzatırdım. Uyanmamış gibi yapardım. Uyandığımı bildiği halde, o da oyuna katılır, bir öpücük daha verirdi. Kalkar, giyinirdim. Sonra birlikte sabah yürüyüşüne çıkardık. Yol boyunca sohbet ederdik. Daha doğrusu, ben konuşurdum, o dinler, bazen başını çevirip gözlerimin içine bakardı.

 

Yürüyüş sonrası eve dönerdik. Ben çayımı içerken o da havuç ve salatalıktan oluşan kahvaltısını yapardı. Daha sonra da yine bir öpücükle beni uğurlardı. Akşam da kaçta döneceğimi bilir, gelişime yakın pencere önüne oturup yolumu gözlerdi. Kapıyı açtığımda ilk karşılayan o olurdu. Yine bir öpücükle.

 

Başını göğsüme dayayarak uyuduğu yıllarda, eşimin ve çocuklarımın yazlıkta oldukları bir Ağustos gecesi saat 03'e doğru tepinerek, havlayarak uyandırdı beni. Sonra kucağıma atladı. Dışarıya çıktık. Az sonra bir homurtu eşliğinde yer sallanmaya başladı. Tarih 17 Ağustos 1999'du. Saate baktım: 03.02. Ayak ucuma kıvrılarak uyuduğu yıllarda, yine bir gece sarsarak uyandırdı. Merdivenlerden aşağı indi. Ben de peşinden. Baktım, mutfak alev alev. Uyandırmasa belki de yangın tüm evi saracaktı.

 

Bir gece, sabaha karşı yine Junior’ın havlamasıyla uyandım. Alt kattan tıkırtılar geliyordu. Eve hırsız girmişti. Önde Junior, arkada ben merdivenden inmeye başladık. Basamakları ikişer ikişer atlayarak.

 

Hırsız ya da hırsızlar gürültümüzle paniğe kapılıp biz aşağıya varıncaya kadar kaçtı. Geriye bir tek çamurlu spor ayakkabı bırakarak.

 

Pencereyi zorlanarak açıp sessizce eve girmiş ya da girmişlerdi. O veya onlar telaşla kaçmadan önce 82 ekran televizyon, dizüstü bilgisayar ve Black Berry cep telefonu çoktan dışarı çıkarılmıştı.

 

Şikayet üzerine eve gelen polis, o tek ayakkabıya el koyup parmak izi araştırması yaptı.

 

Sonra? Hırsız yakalanıp tutuklandı. Mahkemeye verildi. İlk duruşmada tahliye edildi!

 

***

 

O beni vejetaryen yaptı, ben de onu. Ailemize yeni katıldığı günlerde bir akşam eşimle dışarıya yemeğe çıktık. Kebap söyledik. Tabak önüme geldi. Çatalı aldım ve durdum: Gündüz "Associated Press"in Filipinler'den geçtiği bir fotoğraf canlandı gözlerimin önünde. Fotoğrafta bir bisiklet sepetine doldurulmuş köpekler vardı. Hepsi de kesilmeye götürülüyordu. O an çatalı elimden bıraktım. O an ete elveda dedim. Yemek masasında yanı başımdaydı yeri. Tabaktan bir lokma ben yerdim, bir lokma ona yedirirdim. Taze fasulye, ıspanak, semizotu, yoğurt, salata... Öyle öyle kısa bir süre sonra sebzeyi ete tercih eder oldu. Hayatının son gününe kadar her sabah kahvaltısı bir salatalık ve bir havuç oldu. Nasıl keyifle yerdi, bir bilseniz.

 

***

 

Ve Cumartesi'yi Pazar'a bağlayan gece... Derin bir nefes aldı. Bir süre tuttu. Sonra bıraktı.. Ve başı yana düşüverdi. Ve "Hayat Puzzle'ım"dan bir parça kopuverdi.

 

***

 

Şimdi bahçemizin bir köşesinde yatıyor. Çok sevdiği evimizin gölgesinde. Ama benim için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

 

--- ---

 

İşte o canımın içi yoldaşım onca yıl sonra bir sabaha karşı düşüme giriyor ve beni uyandırıyordu. Tarif edilemez bir mutluluk veren öpücükle.

 

Hayır, Junior’um, seni hiç ama hiç unutmadım. Günde beş vakit dualarımdasın. Son nefesimi verip senin yanına gelinceye kadar da öyle devam edecek. Rahat uyu bir tanem.

 

Mail: erdal.safak@outlook.com


YAZARIN DİĞER YAZILARI