KÜLTÜRPARK'TAN ALAÇATI'YA UZANAN TUHAF BİR ÖYKÜ! 

 

Çamlık Senar, İzmir’de, eskiden fuar alanı olan Kültürpark’ta bir gazinonun adıydı.

 

Sahibi Beşir Öge’ydi. Nam-ı diğer, “Kürt Beşir”.

 

Milli Mücadele kahramanlarından olan Kürt Beşir, gazinosunun adını önce “Çamlık” koydu. O yıllarda Kültürpark’ta sıra sıra gazinolar vardı: Ekici Över, Kübana, Fuar Göl, Akasyalar. Ve nihayet Çamlık. 1980’lerde Ekici Över’in assolisti İbrahim Tatlıses’ti, Göl Gazinosu’nun Nükhet Duru, Kübana’nın Coşkun Sabah.

 

Peki, yılların Çamlık Gazinosu neden ve nasıl Çamlık Senar oldu? İzmir Enternasyonal Fuarı (o dönemde 20 Ağustos-20 Eylül arası) açılınca, İstanbul’un sanatçıları İzmir’e akın ederdi. Ve hepsi de Kürt Beşir’in gazinosunda sahne almak için yarışırdı: Celal Şahin, Ahmet Sezgin, Metin Akpınar-Zeki Alasya ikilisi, Ferhan Şensoy, Ali Poyrazoğlu, Nejat Uygur…

 

Ama Kürt Beşir’in assolisti on yıllar boyunca hep Müzeyyen Senar oldu. Ne kadar yaşlanmış olursa olsun. Çünkü, Senar’a aşıktı. Ancak bu tek taraflı bir aşktı. Türk Sanat Müziği’nin “Diva”sı Müzeyyen Senar, hiç bir zaman bu aşka karşılık vermedi ama hep saygı duydu. Kürt Beşir de aşkının nişanesi olarak gazinosu “Çamlık”ın adına “Senar”ı ekledi. Böylece gazino “Çamlık Senar” oldu.

 

“Çamlık Senar Gazinosu” neredeyse 25 yıl önce yıkılmış olsa da İzmirliler’in belleğinde olanca canlılığıyla yaşamaya devam ediyor.

 

--- ---

 

Şimdi geleyim, yazının başlığındaki “Farklı” bir Çamlık Senar’a…

 

Alaçatı’da mütevazı bir evim var. Yazları bir aylığına oraya giderim.

 

Alaçatı’da dediğime bakmayın, ilçenin merkezine 3 kilometre uzaklıkta.

 

Nasıl tarif edeyim; Alaçatı’yı Ilıca’ya bağlayan yolun aşağı-yukarı tam ortasında.

 

Bir gün evde canım sıkılınca, eşim “Git kahvede bir çay iç” dedi. Gittim. Hayır, kafe değil, dededen-babadan bildiğimiz Türk usulü kahvehane.

 

Yığınla müşterisi vardı. Hepsi de okey oynamaya geliyordu. Ve masalar kuruluyordu. Kahvehanede ne kadar masa varsa, okey arenasına dönüşüyordu. İşletmenin sahibi çay-kahveden para almıyordu. Yeter ki, gün boyu oynasınlar. Çünkü her partide ona 200 lira masa ve okey takımı kirası ya da oyuncuların lügatındaki sözcükle “Çıkma” ödeniyordu.

 

Şöyle hesaplayın. Benim saydığım kadarıyla, gün boyu ortalama 12 masada okey oynanıyordu. Her parti, taş çatlasın bir saat sürüyordu. Sonra yeni parti. Böylece sabah 09’dan akşam 24’e (“Bazen 02’ye kadar sarkıyor” dedi kahveci.)

 

Her bir masa günde 24’ten 09’u çıkar; 15 saat.

 

15 saati 12 masayla çarp: 180 saat.

 

180 saati 200 lirayla çarp: Ne etti? 36 bin lira!

 

Aslında sadece kahveci kazanıyordu. Günde 36 bin lira!

 

Bu kazancın yanında dağıttığı çay-kahve-suyun hesabı sorulur muydu!

 

Ama okeyciler de bunu biliyorlardı.

 

“Ne olacak” diye omuz silkiyorlardı, “Gün boyu eğleniyoruz, evlerimizin kirası da tıkır tıkır geliyor. Meyhaneye gideceğimize burada ayık kalmak bile bir bedel ödemeye değmez mi?

 

 

Alaçatı dediğiniz avuç içi kadar bir yer. Herkes birbirini tanıyor. Elbette yerlilerini kastediyorum. Hepsi çocukluklarından beri birlikte büyümüşler.

 

İlk başta uzak bir masada çay içtim. İlerleyen günlerde yavaş yavaş okey oynayanların yanına yaklaştım. Bir gün bir masaya, ertesi gün öbür masaya. Aynı oyuncuların masalarına takılmamaya özen gösterdim. Ne me lazım; belki okey yapmayınca beni uğursuz bellerler. En azından içlerinden.

 

Tuhaf; ilk günler hiç biri ne selam verdi, ne “Hoş geldin arkadaş” dedi, ki kahveye artık bir haftadır takılıyordum. Sadece oyunlarını izlememe ses çıkarmadılar.

 

--- ---

 

Günler geçtikçe bana ilgi duymaya başladılar: “Arkadaş, kimsin, nesin, nereden geliyor, nereye gidiyorsun?”

 

Kendimi tanıttım. Hemen hepsi de cep telefonlarına sarıldılar, Google’a girip anlattıklarımın doğru olup olmadığını kontrol ettiler. Sonra da, “Arkadaş, sen önemli biriymişsin. Aramıza hoş geldin” diye sıcak bir tanışma zeminini oluşturdular.

 

Hayır, dostluk ilişkisi değildi bu. Hatta henüz arkadaşlık bile değildi. Sadece benim masalarında okey partilerini izlememe rıza göstermişlerdi.

 

--- ---

 

Bir hafta kadar daha geçti. Her gün ikişer-üçer cümlelik diyaloglar sonunda onların okey taşlarını karıştırıp sonra da dizdikleri iki oyun arasında kısa sohbetlere dönüştü. İçten görünüyorlardı.

 

Bir gün dayanamayıp sordum: “Arkadaşlar, merakıma verin. Sizce bir sakıncası yoksa, yazları, özellikle de kışları günlerinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?”

 

Masadakilerin hepsi güldü. Ve bir ağızdan yanıtladı: “Para yiyoruz!”

 

---- ---

 

Devamı bir sonraki yazıda. Yani, haftaya Pazar.

 

Mail: erdal.safak@outlook.com


YAZARIN DİĞER YAZILARI