EVİ BOŞALTMAK İÇİN ZAMANA KARŞI YARIŞ!

 

Nakliyeci, yanında yardımcısıyla, daha önce rica ettiğimiz gibi, sabah makul bir vakitte geldi. Saat 10.30 gibi. İşe kolilerden başladı. 1, 2, 3, 4… 10, 15… Sıra 20’nci koliye gelince, “Abi” dedi, “Ne çok ıvır zıvırınız varmış…”

21’inci koliden itibaren cam eşyaları yüklendi: Tencereler, tavalar, sürahiler, bardaklar, vazolar.

Sonra sıra çarşaflara, battaniyelere, pikelere, masa örtülerine, minderlere geldi.

Ardından televizyona, çay ocağına, tost makinesine ve diğer elektrikli mutfak araç-gereçlerine.

Daha sonra üç teneke zeytinyağına.

Nakliyecinin bir sonraki hedefi, poşetler oldu. Dağlar gibi yığılı.

Beşer altışar taşımaya başladı poşetleri.

İçlerinde neler yok ki…

Kokular, parfümler, şampuanlar.

Meyve suları, (Söylemesi ayıp olmazsa) içkiler, her türlü kuru bakliyat, baharat.

Bir-ikisinde de buzdolabında kalan sebze-meyve: Domates, biber, patlıcan, elma, üzüm, şeftali.

İki-üçünde peynir, zeytin, margarin, eşimin bin bir emek harcayarak yaptığı reçeller (Not: Kış için hazırlamıştı. Ama işimde-gücümde olacağımı sandığım İstanbul kışına. Kısmet Karşıyaka olacakmış. Nereden bilebilirdim?)

Nakliyeci 5-6 poşeti daha yüklenirken içlerine baktım: Çamaşırlar, iç giyim kıyafetleri, çoraplar.

Sonraki poşetlerde ayakkabılar.

Bir sonrakilerde gömlekler, kravatlar, bluzlar, etekler, eşimin diğer giysileri…

Daha sonrakilerde pardesüler, paltolar, mantolar, sıkıştırabildiği kadar şemsiyeler…

Daha daha sonrakilerde bulaşık ve çamaşır deterjanları, kalıp ve sıvı sabunlar, banyo süngerleri…

Sonra…

10 poşet kadar kitap…

Birkaç poşet defter, kalem, kırtasiye ürünleri…

Bir-iki poşet köpeğimiz Baby’nin mamaları, ödül kemikleri, oyuncakları, su kabı, yemek tabakları.

 

---- ---

 

“Poşetler bitti abi” dedi nakliyeci, sırada ne var?

Elimle işaret ettim: Tablolar…

İçinden kimbilir neler söyleniyordu ama onları da alıp götürdü.

Döndü: “Şimdi ne kaldı?”

Gene gösterdim: “Çiçekler… Birkaç saksı…”

Evimiz kış bahçesi gibiydi. Saksıların çoğunu bırakıyorduk. Lojistik sorunları nedeniyle sadece en sevdiğimiz birkaç çiçeği götürebilecektik.

Kiracıya evi gösterirken tembih etmiştim: “Çiçekleri kış aylarında haftada bir, yazları ise üç günde bir sulamayı unutmayın. Yılda bir-iki defa güçlendirici ilaç, bir defa da gübre ve toprak takviyesi yapın…”

Kafasını sallamıştı. Olumlu anlamda. Ama çiçeklerimize bakıp bakmayacağından emin olamadım. “Kiracı evi boşaltınca göreceğiz” diye düşündüm ama içime bir huzursuzluk çöktü.

Çünkü bu kiracı -sözleşmemiz bir yıllıktı, bir yıl da opsiyonu vardı- çıkınca, evi kontrol için taa İzmir’den, Karşıyaka’dan gele(bile)cek değildik.

Ya uzaktan kumandayla bir emlak komisyoncusuna yeni bir kiracı bulmasını söyleyecektik ya da İstanbul’da kalan büyük oğlum bu işlerle ilgilenmek zorunda kalacaktı.

Nakliyeci ve yardımcı son poşetleri de kamyona yükleyince dönüp sordu: “Ya bunlar?”

Bilgisayarımın, i-pad’imin, cep telefonumun bulunduğu çantayı gösteriyordu.

“Onu yanıma alacağım” dedim.

Bir başka paketi gösterdi: “Ya bunu?”

Sigaralarımın, çakmaklarımın, kibritlerimin bulunduğu paketti bu. “Onu da yanımda götüreceğim” cevabını verdim.

“Oh” çekti, gülümsedi: “Abi, zaten kamyonda adım atacak yer kalmadı…”

 

--- ---

 

“Pazar günü öğleden sonra Karşıyaka’da teslim ederim” dedi. Ekledi: “Yalnız bir sorun var. Biz sizinle anlaştığımızda mazotun litresi 37 liraydı. Şimdi 41 liraya çıktı. Kusura bakmayın, farkı ödeyeceksiniz.”

“Ne kadar” diye sordum, içim titreyerek. Hesapladı: “2.000 küsür lira farkediyor. Ama siz 2.500 lira ekleyin, Çünkü el emeği de var.”

Onca eşya yüklenmiş. Kabul etmeyeceksiniz de ne yapacaksınız?

Sineye çektik.

 

--- ---

 

Bir yandan da bankayla konuşuyorduk.

-Üç aylık kira ve iki aylık depozito bedeli hesaba geldi mi?

-Henüz değil.

Haydi, Irak Başkonsolosluğu’nu ara:

-Biz bankamıza ödeme talimatını gönderdik. Yarım saate kadar hesabınıza geçer.

-Hanımefendi, bir saate kadar yola çıkacağız. Para bu bir saatte hesapta olmazsa anahtarı teslim etmeyiz.

Iraklı kiracımız Ali Bey de bir kenarda bekliyordu. Çaresiz. Heyecanlı. Gergin.

Yarım saat geçti. Bankadan mesaj: “Depozite geldi. Kira bedelinden henüz haber yok!”

Sürekli saate bakıp dakikaları sayıyorduk.

Bizim bankacımız aradı. Konuyu açayım.

Irak Başkonsolosluğu, Kuveyt Türk Bankası ile çalışıyordu. Bizim hesaplarımız ise QNB Finansbank’taydı. Bankacımız da orada çalışıyordu.

Bir süre sonra Başkonsolosluk’tan WhatsApp ile bankalarına gönderdikleri ödeme emrinin belgesi geldi. Ama hesabımıza geçtiğine ilişkin bilgi veya uyarı olmadan.

Bankacımıza o belgeyi gönderdik. Cevap: “Bankaların pis numaraları bunlar. Parayı mümkün olduğunca tutmak için geciktirip dururlar. Paranız belli ki onların bankasına yatmış. Ama onlar size bu gece yarısına doğru havale edecekler. Yalnız korkmayın, para mutlaka hesabınıza geçecek.”

Aldı mı beni bir panik?

Kiracımızı da!

Soğukkanlılıkla düşünmeye, muhakeme yürütmeye çalıştım. Önümüzde iki seçenek vardı:

1-Ya bankacımıza inanıp tüm riski göze alarak kiracımıza anahtarları teslim edip yola çıkacaktık.

2-Ya da yolculuğumuzu en az üç gün erteleyecektik. Çünkü ertesi gün Cumartesi’ydi, bir sonraki gün de Pazar. Bankalar kapalıydı. En erken Pazartesi sabahı hesabımıza havale yapılabilecekti.

Bizi Karşıyaka’ya götürecek aracın şoförü de sabırsızlanıp duruyordu.

 

--- ---

 

Sonunda bocalamadan kurtulup “Gidelim” dedim şoföre. “Yolcu yolunda gerek…”

Kiracıya da evin anahtarlarını uzattım: “Güle güle oturun. Sağlıkla, mutlulukla.”

Ve ben, eşim, küçük oğlum (Küçük dediğime bakmayın, 39 yaşında!) ve de köpeğimiz Baby yola çıktık.

Herhalde 5-6, bilemediniz 7 saat sonra Karşıyaka’ya varacaktık.

 

Mail: erdal.safak@outlook.com


YAZARIN DİĞER YAZILARI