PILI PIRTIYI TOPLAMAK İÇİN 6 GÜNÜMÜZ VAR! 

 

Irak’ın İstanbul Başkonsolosluğu’ndan aldatılmış, hatta çaresizliğimi sezenlerin kurduğu tuzağa düşmüş olmanın müthiş öfkesi ve moral bozukluğuyla eve döndüm.

 

Girer girmez, eşim “Evi boşaltmak için önümüzde topu topu 6 gün var” diye uyardı, “Haydi iş başına…”

 

Tamam; evi tam möbleli olarak teslim edecektik: Televizyon (İki adet), koltuk takımları, balkonda ve kapalı balkonda oturma grupları, yataklar, yorganlar, çarşaflar, çamaşır makineleri, elektrik süpürgesi, derin dondurucu, buzdolabı, bulaşık makinesi, mikro dalga fırın, çay makinesi, kahve makinesi, hiç kullanılmamış hatta ambalajları bile açılmamış yemek takımları, tavalar, tencereler (Onlar da hiç kullanılmamış), çay takımları, kaşıklar, çatallar, bıçaklar, çay kaşıkları, tatlı kaşıkları, on kadar sürahi, onlarca dudak değmemiş bardak-kadeh, kullanılmamış banyo takımları, el ve banyo havluları, rulolar dolusu kağıt havlu, tuvalet kağıdı, sabun, deterjan, tuzdan karabibere, kimyondan tarçına baharatlar, ayakkabı silecekleri, paspas takımları, vazolar, şekerlikler, el silmek için kolonyalı mendiller ve daha neler neler… Hatta, bir damacana su, not defterleri ve kalemler bile… Hatta hatta, “Hoşgeldiniz, güle güle oturun” notuyla bir kutu hiç açılmamış çikolata bile.

 

En çok çiçeklerime veda etmek zoruma gidecekti…

 

Bir de zamanında büyük paralar ödediğim, şimdi daha da büyük paralar ettiğini bildiğim el dokuma Uşak, Gördes, İran, Afganistan halılarımı bırakacağım için gözüm arkada kalacaktı… Çünkü Karşıyaka’daki evimizde onları koyacak bir karış bile yerimiz yoktu.

 

--- ----

 

Sıra geldi İzmir-Karşıyaka’ya götüreceklerimizi listelemeye… Ve başım döndü!

 

Koskoca bir kitaplık… Karşıyaka’daki evde blunan mini minnacık kütüphaneme kaç kitabımı götürebilirdim ki?

 

Sonra benim, eşimin ve oğlumun elbiseleri.

 

Sonra benim, eşimin ve oğlumun iç çamaşırları, çorapları.

 

Sonra benim, eşimin ve oğlumun ayakkabıları.

 

Sonra yorganlar, battaniyeler, çarşaflar, yastıklar. (Not: Kiracımıza bıraktıklarımızın dışında götüreceklerimiz.)

 

Sonra “Bunları bırakamam” diyen eşimin gösterdiği yedek elektrik süpürgesi ve tost makinesi.

 

Sonra eşimin “Bunları da bırakamam” dediği çay takımları, bardaklar, kadehler, kiracıya cömertçe bıraktıklarımızın dışında kalan tavalar, tencereler, tabaklar, yemek servisleri.

 

Sonra kıtlık olur diye değil, bu yüksek enflasyon ortamında fiyatları sürekli artar kaygısıyla her ay ihtiyaç fazlası miktarda satın aldığımız bakliyat (Pirinç, bulgur, kuru fasulye, nohut, mercimek, her çeşit makarna, tarhana ve diğer çorbalar…)

 

Sonra kiracıya bıraktıklarımızın dışında paketler dolusu sabun, kutular dolusu çamaşır ve bulaşık deterjanı.

 

Sonra biblolarım. Atatürk’ten Augustus’e, Sezar’dan Orta Çağ şövalyelerine, Nasrettin Hoca’dan Afrika’nın kadim uygarlıklarının replikalarına, fil koleksiyonumdan dragon’lara (Not: Ejderha) kadar. (Not: Hele bir Buda heykeli var ki, dünyalara değer. Brunei Sultanlığı’ndan 5 bin dolara satın almıştım.)

 

Sonra tablolarım. Kaçını götürebilirdim ki?

 

Sonra purolarım. Sonra içkilerim. (Not: Fena sayılmayacak bir şarap koleksiyonum vardı. Bir bölümünü eşe-dosta dağıttım. Kalanın bir bölümünü kiracıma bırakmayı düşündüm ama onun Iraklı ve çok çok büyük olasılıkla Şii Müslüman olduğunu düşününce, dehşet içinde vazgeçtim.)

 

Sonra kırtasiyem. Yüzlerce, yüzlerce kalem, onlarca defter.

 

Sonra pinçır cinsi köpeğimiz Baby’nin yatağı, örtüsü, oyuncakları. (Not: 3 peluş ayı, 2 peluş köpek, 5 top). Yine köpeğimizin mama ve su tasları, kışlık giyecekleri, yedek tasması, kuru mamaları, ödül kemikleri.

 

Sonra bilgisayarım, daha doğrusu üç bilgisayarım.

 

Sonra nargile tiryakisi oğlumun alet-edevatı, tütünleri, maşaları, kömürleri, temizleyicileri…

 

Sonra son gün buzdolabını boşaltırken poşetlere koyup götüreceğimiz sebze-meyve… (Not: Kiracılarımız hiç değilse yiyeceklerini yanlarında getirsinler, değil mi!)

 

Vs… Vs… Vs…

 

Bir baktık ki, 25 büyük koli, onlarca gamboç, hepsi de dolu dolu en az yüz iri poşet kapının önüne yığılmış, nakliyeciyi bekliyor.

 

“Aman Allahım” dedim, “Bir de bütün bunların Karşıyaka’daki evin önüne yığıldığını düşün… Nasıl ve ne kadar zamanda eve çıkaracaksın? Ve de o kutu misali küçücük evde onlara nerede yer bulup da yerleştireceksin?”

 

Sonra kafamdan o düşünceleri sildim…

 

“Amaaan… Onu da İclal Hanım düşünsün” diye mırıldandım içimden...

 

Öyle ya, evin sadece hanımefendisi değil, sahibi de o değil miydi?

 

Evin tapusu onun üzerine değil miydi?

 

Mail: erdal.safak@outlook.com


YAZARIN DİĞER YAZILARI