'SİSTEM D' NEDİR BİLİYOR MUSUNUZ?

 

İstanbul’da son günlerimi düşünürken iki tatsız anı hem belleğimi, hem de kalbimi acıtıyor. Acıtmakla kalmıyor, çok derin bir sızıyı da damla damla içime akıtıyor. Tıpkı Çin işkencesinde, elleri kolları bağlı birinin başına tepedeki bir hazneden su damlatılması gibi.

 

Birincisi ve de en uzunu, en hüzünlendireni, 28 küsur yılımı verdiğim gazetemle ilgili. Anlatayım:

 

1 Ağustos 2023 tarihi itibariyle Sabah’a veda ettim. Emekliliğimle ilgili ilk işlemler 31 Temmuz’da yapıldı.

 

Ertesi sabah, yani 1 Ağustos’ta gazeteye gittim. Kartımı okutup kapıdan girmek istedim. “Geçersiz” diye bir uyarı gelmez mi? Kapıdaki özel güvenlikçilere “Bu da ne demek oluyor?” diye sordum. “Kartınız iptal edilmiş” yanıtını verdiler. “Nasıl olur” dedim. Cevap: “İlişiği kesilenin anında kartı geçersiz hale geliyor!” 28 yıllık geçmişim bir tuşluk işlemle silinivermişti.

 

(Not: 14 küsur yıl boyunca Turkuvaz Medya Grubu’nun amiral gemisi Sabah gazetesinin Genel Yayın Yönetmenliği’ni yapmış, daha önemlisi herkesin kaçıp gittiği 2000’li yılların başında geminin dümeninde durarak batmasını veya kayalara toslamasını önlemiş, daha dahası bugün grubun her kademedeki yöneticilerin ve de çalışanların konumlarının, ekmeklerinin, geleceklerinin bir numaralı anahtarı olmuş birine bu muamele reva görülürse, diğerlerinin bir gün kaçınılmaz olarak karşılaşacakları tavrı varın siz düşünün… Bana gelince, o kadar ama o kadar kırgınım ki, anlatmak için sözcükler yetersiz kalıyor.)

 

-Peki, İnsan Kaynakları’na nasıl çıkacağım?

 

-Biz yardımcı olalım.

 

Güvenlikçiler kendi kartlarıyla beni içeri aldılar. Yine onların eşliğinde asansörlere gittim. Yine onların kartıyla İnsan Kaynakları’na, yani 11’inci kata çıktım. O katta beni yine bir görevli karşıladı ve ofise kadar götürdü. İnsan Kaynakları’ndan bir kız karşıladı. Acı acı güldüm. Daha birkaç gün öncesine kadar benimle görüşmek için sekreterim aracılığıyla randevu istiyorlardı. Yutkundum. “Düşmez kalkmaz bir Allah” diye teselli bulmaya çalıştım.

 

Hesap-kitap yapıldı.

 

“Sizin kıdem tazminatınız şu kadar” dedi, İnsan Kaynakları Grup Başkanı Hakan Karadere. Ekledi: “Ama hesab-ı caride şu kadar borç görünüyor…”

 

Borcumun büyük bölümü önce Başbakan, sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la yaptığımız yurt dışı gezilerin bakiyesiydi. “Faturasız ya da belgesiz harcamalar” şerhiyle borç olarak kaydedilmişti.

 

Özetle, kıdem tazminatımın üçte ikisi kesilmişti.

 

28 küsur yılın karşılığı olan kıdem tazminatımın toplamda en az 18 yılının karşılığı silinip gitmişti. (Not: 11 yılı Turgay Ciner’in mirası, kalanı son dönemin “hediyesi!”)

 

Oysa her çalışan, emeklilik günleri için kıdem tazminatına güvenir, bel bağlar ya da umut eder, değil mi?

 

Özetle, topu topu –son maaşımla hesaplarsam- 8 ay yetecek kadar bir parayı banka hesabıma havale ettiler.

 

Ve “Güle güle” dediler. Sonra yarım ağızla, “Bundan sonraki hayatınızda sağlık, mutluluk dileriz.”

 

“Affedersiniz” dedim, “Bana hesap dökümünü e-mail olarak gönderebilir misiniz?”

 

Cevapları beni afallattı: “Hangi e-mail adresine?”

 

-Elbette, on yıllardır kullandığım kurumsal e-mail adresime.

 

-O da bu sabah itibariyle iptal edildi.

 

Donup kaldım.

 

İyi günler dileyerek ayrıldım.

 

Zemin kata kadar yine onların kartıyla indim.

 

Zeminde korumalar beni teslim aldılar, kapıdan geçirdiler ve sessiz sedasız yolcu ettiler.

 

Zaten Serhat Albayrak bile sadece 5 dakikalık veda ile yetinmişti. Ne “Bundan sonra ne yapacaksın” merakı, ne “Her zaman yanındayız” tesellisi, Sadece kuru kuru, “Herşey için teşekkürler” basmakalıp cümlesi.

 

Çıktım gittim. Tek başıma. Uğurlayan olmaksızın.

 

Ertesi gün bir telefon: “Ağabey böyle habersiz veda olur mu? Sana bir parti hazırladık.”

 

Kıramadım. Gittim. Girişte yine güvenlikçiler bana kapıyı açtı, yazı işleri katına (Not: 17’nci kat) kadar eşlik etti. Çocuklar “Güle güle Erdal abi” yazılı bir pasta hazırlamışlar. Bir de çiçek. Pastayı kestim. Birkaç cümle söyledim. “Elveda” dedim. Elimde bir buket çiçekle.

 

Ertesi gün Turkuvaz Kitap’tan aradılar. Anılarımı yazmam önerisiyle.

 

Gene kapıdan güvenlikçilerin eşliğinde 12’nci kata, Sinan Köksal Bey’in ofisine çıktım, konuştuk, anlaştık. “Bana müsaade” dedim, sekreteri asansöre kadar eşlik etti, kartıyla zemine kadar inmemi sağladı, zeminde güvenlikçiler teslim aldı, çıkışa kadar eşlik etti ve bir kez daha “Güle güle” diye uğurladı.

 

Hayatımı verdiğim kuruma artık son noktayı koymuştum.

 

Son bir kez başımı çevirip Turkuvaz Medya Plaza’ya baktım. 28 küsur yıl o birkaç saniyelik seyirde hızlandırılmış bir film gibi gözümün önünden akıp geçti. Tıpkı ölümün eşiğindeki –bazı- insanların hayatlarını ve anılarını anımsamaları veya seyretmeleri gibi.

 

--- ---

 

İkinci acım ise tapulu evime giremeyişimle ilgili…

Daha önceki bölümlerde anlattığım gibi, Maslak Ağaoğlu 1453’teki dairemizi kiraya verdik. Çünkü terk-i diyar ediyorduk.

Kiranın başlangıcı: 15 Eylül 2023.

 

15 Eylül sabahı ekmek, peynir, domates gibi temel ihtiyaç ürünlerini almak için markete gitmek istedim.

Apartmanın lobisine indim. Güvenlik kartımı okutmak için geçiş noktasına gittim. “Geçersiz” uyarısı gelmesin mi!

Görevliye “Şaka mı bu” dedim, “Ben ev sahibiyim. Giriş-çıkış yapamayacak mıyım?”

 

Cevap: “Affedersiniz, evinizi kiralamışsınız. Kiracı kendi giriş-çıkış kartlarını teslim almış. Siz artık yabancısınız!”

Acı acı gülmekten başka ne yapabilirdim?

Görevlilerin kartıyla evime girdim, evimden çıktım.

Evi terkederken, son sabah lobideki görevli “Sizin için üzgünüm ama sistem bu” dedi.

 

---- ----

 

Evet, “Sistem” bu.

Gazetedeki “Sistem”, apartmandaki “Sistem”, aynı mantık, aynı yazılım, aynı mekanizma. Güvenlik kaygısıyla, insanların sadece günlük yaşamları değil, geçmişten geleceğe tüm hayatları da bir çırpıda dinamitleniyor.

Ben bu sisteme bir isim koydum: “Sistem D”.

 

Yani, “Sistem Defol!”

Yani, artık gazete binasında da, bir dairesine sahip olduğun apartmanda da senin yerin yok. Kısacası, artık istenmiyorsun! Çek git! Nereye gidersen git!

Gözyaşlarımı eşimden gizledim.

 

Sadece, “Yolcu yolunda gerek sevgili hayat arkadaşım. Haydi gidelim” diye kekeledim.

Elveda İstanbul.

 

Mail: erdal.safak@outlook.com


YAZARIN DİĞER YAZILARI