VERESİYE DEFTERİ GİTTİ ALACAK DEFTERİ GELDİ

 

Rahmetli Barış Manço 1979’da yazıp bestelediği “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa” şarkısında ne diyordu?

 

“Yaz tahtaya bir daha Tut defteri, kitabı Sarı çizmeli Mehmet Ağa Bir gün öder hesabı.”

 

Çünkü, o zamanlar, yani bundan 45-50 yıl önce bakkal vardı.

 

Şimdi , hemen hiç yok; en küçük kasabaları bile istila eden marketler, süper marketler, hiper marketler, bakkallara kepenk indirtti. Ayrıca iflas ettirip bir çoğunun depresyon sonucu ntiharına yol açtı.

 

Bakkal döneminde veresiye defteri vardı.

 

Emekliler, dar gelirliler, ücretliler işte ailenin nüfusuna göre günde 2-3 ekmek, yarım kilo peynir, yine yarım kilo zeytin, çocuklarına rafta durmaktan biraz kurtlanmış da olsa bir çikolata alır, deftere yazdırırlardı.

 

(Not: O dönemde memur emeklileri 3 ayda bir maaş alırlardı. Daha doğrusu, 3 ay dayanacak güçleri pek olmadığı için o çeklerini bankalara, kuyumculara, hatta tefecilere kırdırırlardı. Hatırlayanız var mı?)

 

Bakkaldan sonra sıra kasaba gelirdi. Haftada, 10 günde bir yarım kilo, hatta 250 gram kıyma, çocuklara, hatta ailenin tümüne kaynatıp çorba pişirmek için 2-3 adet kemik… Yaz deftere.

 

Sonra manav. Hepsi de yarım kiloyu geçmemek üzere mevsim sebzeleri ve meyvelerinden birkaçı, 2-3 baş soğan… Yaz deftere.

 

Ay başı gelincefırıncının bakkalın, kasabın, manavın veresiye defterlerinde temizlik yapılırdı. Ödenmiş borcun sayfası yırtılır, ertesi aya kadar geçerli olacak temiz veya beyaz bir sayfa açılırdı.

 

Şimdi veresiye defterinin yerini de kredi kartları aldı.

 

Veresiye defteri de Barış Manço’nun şarkısı gibi nostalji oldu veya babalarımızın, dedelerimizin o günleri hatırlamalarına yardım edecek bir çağrışım tetikleyicisi olarak belleklerinin sisli bölgesinde kaldı.

 

Ama bir sorun var. Daha doğrusu 2 sorun.

 

-Birincisi, benim gibi kredi kartının limiti düşük olanlar ay ortasından itibaren nakit alışveriş yapmak zorunda kalıyorlar.

-İkincisi, herhalde fırından bir-iki ekmek, manavdan yarım kilo domates, birkaç tane biber için de kredi kartı kullanılmaz ya?

 

Ama o ufak-tefek alışverişlerde de “Bozuk para” sorunu ortaya çıkıyor.

 

Diyelim ki, ekmek 7 lira. Fırıncıya 10 lira uzatıp üstünü bekliyorsunuz. Cevap: “Hiç bozuğum yok. Alacağın olsun.”

 

Manavda, işte yarım kilo domates ve birkaç biber, diyelim ki 11 lira tutuyor. 15 lira uzatıyorsunuz. Cevap: “Maalesef bozuk param kalmadı. Alacağın olsun.”

 

Ben çözümü şöyle buldum. Bir bloknotun bir sayfasını fırıncıya ayırdım ve alacağımı yazdım: Fırıncıya da gösterdim.

 

Tarih şu: Fırıncıya bir ekmek için 10 lira verdim, üstünü ödeyemedi, 3 lira alacaklıyım.

 

İkinci sayfa manava…

 

Tarih şu: Manava 11 liralık alışveriş için 15 lira verdim, bozuk parası yokmuş. 4 lira alacaklıyım.

 

Bloknotun daha sonraki sayfalarına zaman zaman kasabın, Tekel bayiinin hesapları da ekleniyor.

 

Ertesi gün elde defter yeniden günlük nevaleyi almaya çıkıyorum.

 

Fırıncıya bir ekmek için 5 lira uzatıyorum: “Dünden 3 lira alacağım kaldı. Ekmek 7 lira. 2 lirasını düş. 1 lira daha alacaklıyım…”

 

Sonra manav. Yine yarım kilo domates, ne bileyim, birkaç tane biber, belki bir marul.

 

Hesaplaşıyoruz: “Dünden 4 lira alacağım kaldı. Hesaptan onu düş…”

 

Ödeşince hesabın üstünü çiziyorum.

 

Ama aynı işlem veya ritüel ertesi gün yeniden başlıyor.

 

Fırıncı, manav, Tekel bayisi de bu yöntemime alıştı.

 

Geçinip gidiyoruz.

 

---

 

Ama sorun o değil.

 

Sorun bozuk para yokluğundan bezgin düşen esnafın giderek daha güçlenen bir eğilimle etiketlerdeki fiyatları yuvarlamaya başlaması.

 

Fiyat, diyelim, 8 liraysa 10 liraya çekiyorlar.

 

Yani etiketlere sonu 5 veya 0 ile biten fiyatlar yazıyorlar.

 

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) aylık fiyat değişimlerini hesaplayan elemanlarının adres portföyündeki mekanlarda da bu değişiklik var mı? Varsa not ediyorlar mı? Herhalde bir açıklama yaparlar.

 

Ama bildiğim, daha doğrusu gözlediğim bir şey var: Bizim buralarda fiyatlar durduk yere artıyor.

 

Fırıncıda, manavda, kasapta, peynircide, Tekel bayiinde, mandırada…

 

Sorduğunuzda hepsi de aşağı-yukarı aynı yanıtı veriyorlar: “Zam değil, fiyat ayarlaması, affedersin fiyat yuvarlaması abicim. 1-2 lira fazla ödemek sana koymaz herhalde abicim…”

 

Bu koşullarda TÜİK’in enflasyonu ile çarşının-pazarın enflasyonu aynı olabilir mi?

 

TÜİK’in enflasyonuna inanan olabilir mi?

 

Olmazsa devlete güven duyulabilir mi?

 

Sırf memur, memur emeklisi, SGK ve Bağ-Kur emeklisinin maaşlarını aşağıda tutmak için, devletin muhasebesini ayarlamaya çalışmak için bunca takla atmaya değer mi?

 

Unutmayın; siz de bir gün emekli olacaksınız.

 

Unutmayın; eğer namuslu bir hayat geçirdiyseniz, çalıp-çırpmadıysanız, siz de br gün devletin veya hükümetin yılda iki kez yaptığı emekli maaşı artışına odaklanacaksınız. Ve de yapılan ayarlamanın sizin her gün çarşı-pazarda yaşadığınız alev alev fiyat artışlarının altında kaldığını görüp ezileceksiniz.

 

Manavdan aldığınız 5 domatesi 4’e, sonra 3’e indireceksiniz.

 

Ekmeği 2 günde bire indirip ailenize bütçe daralmasını gizlemek için “Fazla ekmek sağlığa zararlı” diyeceksiniz.

 

Ve en yoksul Doğu Avrupa, hatta Orta Asya, hatta hatta Afrika ülkelerinin bile altında kalan emekli maaşınızla, çarşı-pazar dönüşü bükük beliniz, düşük omuzlarınızla eve dönüp ölümü bekleyeceksiniz.

 

İyi günler Türkiye…

 

Mail: erdal.safak@outlook.com


YAZARIN DİĞER YAZILARI