ÇOK KUTUPLU DÜNYA MI, İKİ KUTUBUN ÇATIŞMASI MI?

 

Gözümüzün önünde yeni bir dünya doğuyor. Yeni bir dünya düzeni.

 

Ya da çok kutuplu bir dünya. Yeniden.

 

Çünkü, 1950-1980 arasında dünya çok kutupluydu.

 

Bir yanda Batı bloğu vardı. Başını ABD’nin çektiği ve NATO şemsiyesi altında kaynaşmış Kanada dışında hepsi de Avrupa’da olan ülkeler.

 

Öbür yanda Doğu bloğu vardı. Başını Sovyetler Birliği’nin çektiği. Baltık Denizi’nden Çin sınırına kadar uzanan ama özellikle de Avrupa’yı önce görünmez, Berlin’de 1961’de inşa edilen duvarla birlikte görünür hale gelen bir “Duvar” ile bölen bir blok.

 

İngiltere eski Başbakanı ve İkinci Dünya Savaşı’nın kahramanı Sir Winston Churchill 5 Mart 1946’da ABD’nin Missouri eyaletindeki Fulton Üniversitesi’nde verdiği konferansta bu “Duvar”ı şöyle anlatmıştı: “Baltık Denizi’ndeki Stettin’dan Adriyatik Denizi’ndeki Trieste’ye kadar tüm Avrupa kıtasına bir demir perde çöktü.”

 

Bir de Doğu ve Batı blokları arasında, “Ne ona, ne buna katılacağız” diyerek kendi bloklarını oluşturan “Bağlantısızlar” vardı O grubun çekirdeğini de Cemal Abdülnasır’ın Mısır’ı, Mareşal Jozif Broz Tito’nun Yugslavya’sı ve Jawaharlal Nehru’nun Hindistan’ı çekiyordu.

 

Dünya belki pek mutlu değildi ama huzurluydu. ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki dehşet dengesi (Nükleer silahların kullanılmasını engelleyen veya şiddetle caydıran eşitlik) savaşları, en azından büyük savaşları imkansız kılıyordu.

 

Ne var ki, Sovyetler Birliği’nin dağılıp tarihe karışmasından sonra ABD, müttefiği Avrupa ve koç başı olarak kullandıkları NATO dünyada pervasızca at koşturmaya başladı.

 

Gerçekten de at koşturdular.

 

NATO bir savunma ittifakıydı, ama dünyaya yeni bir düzen dayatmanın silahlı gücü haline geliverdi.

 

Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da rejimleri devirmenin aracı oldu. Suriye’yi saymayayım. Ukrayna’yı ise hiç saymayayım.

 

---

 

Bu böyle ne kadar gidebilirdi ki?

 

Artık gidemeyecek.

 

Rusya’nın Kazan kentinde düzenlenen ve “gözlemci” statüsüne sahip Türkiye’yi temsilen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı BRİCS (Not: Brezilya’nın “B”si, Rusya’nın “R”si, “İndia”, yani Hindistan’ın “İ”si, “China”, yani Çin’in “C”si, “South Africa”, yani Güney Afrika’nın “S”sinden oluşuyor) zirvesi dünyada esmeye başlayan yeni rüzgarların veya Batı hegemonyasındaki kurulu düzene öfkenin habercisi oldu.

 

Önce 4 ülkenin (Çin, Rusya, Hindistan ve Brezilya) kurduğu, Güney Afrika’nın katılımıyla 5’e yükselen BRİCS şu an 10 üyeye ulaştı: İran, Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Etiyopya, kulübün yeni aktörleri oldular.

 

Aralarında Cezayir, Bahreyn, Bangladeş, Belarus, Bolivya, Küba, Honduras, Endonezya, Kazakistan, Kuveyt, Nijerya, Filistin, Sırbistan, Senegal, Tayland, Venezuela ve Vietnam’ın da bulunduğu 32 ülkenin daha üyelik başvurusunda bulunduğu söyleniyor.

 

Bu 32 ülke arasında Türkiye de var mı? Sır. Ancak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putın’in “Türkiye’nin NATO üyeliği BRİCS’e katılmasına engel değil” demesi “Yeşil ışık” olarak mı, yoksa nifak tohumu şeklinde mi değerlendirilmeli; takdirinize bırakıyorum.

 

Çünkü BRİCS üyeleriyle diplomatik, ekonomik, kültürel ve sportif ilişkiler geliştirmek bir şey, Batı’ya, özellikle de ABD’ye meydan okumak için oluşturulmuş bir bloğa tam üye olmak başka bir şey.

 

Bir nokta daha: Batı, bünyesinden, kendi ailesinden bir üyenin çekip gitmesini asla kabul etmez, göz yum(a)maz.

 

Kısacası ve açıkçası, Türkiye bir cambazın ipi üstünde ilerlemeye çalışıyor.

 

Gerisi ikinci yazıda…

 

Mail: erdalsafak029@gmail.com


YAZARIN DİĞER YAZILARI