Küçük Bir Ev Meselesi!
KÜÇÜK BİR EV MESELESİ Kendime yeni bir ev yapıyorum...Baktım ki yeni bir ev almak artık hayal oldu, ben de böyle bir işe kalkıştım. Geçici İskan Belgemi aldım, hoş hepimiz geçici ve kiracı değil miydik bu dünyada? Yeni evim, denizin hemen kenarında, küçük, derme çatma bir ev ama manzara şahane. Çatısını palmiye dalları ile kapatıyorum. Kıyıya vurmuş, sahipsiz bir tekneyi de sahiplendim. Üzerinde silik harflerle SEYYAH yazıyor... Sevdim bu ismi. Ahhh bu tekne isimleri ne güzeldir. Neler düşündürür insana neler... Hepsi birer filozof gibi görünür gözüme nedense. Bu arada başıboş bir köpekle de dost olduk. Ona hala ne isim koyacağımı bilemiyorum. Gözlerinde, duruşunda garip bir asalet var sanki... Saygın bir isim arıyorum, o yüzden acele etmemeliyim. Sokrates ismi nasıl olur acaba??? Hani şu antik Yunan filozofu. Denize dalıp, dalıp düşünürken, gözlerinde garip bir bilgelik görüyorum ... Şaşkın gözlerle beni seyrediyor... "Bu kadın neyin peşinde" diye düşündüğünden eminim. Ona;niye bu işe koyulduğumu, niye buralara geldiğimi, neden her şeyden uzaklaşmak istediğimi uzun uzun anlatıyorum... Bu arada, "Gerçekten iyi misin sen" diyen hali de gözümden kaçmıyor... Evimin bittiği anı hayal ediyorum. Sabah erkenden kalkıp denize girerim, belki yan tarafa küçük bir bahçe yaparım. Evin hemen yanında görmüş geçirmiş bir zeytin ağacı var. Rüzgarda yapraklarını hışırdatırken, Homeros 'un İlyada destanını okur gibiyim. Antik çağlardan fısıltılar geliyor kulağıma sanki... Başka bir huzur var buralarda,hani iyileştiren bir hal gibi, seni sarıp sarmalar, güven verir gibi... Bir akşam o zeytin ağacının altında şiir gecesi yaparız dostlarımla diye düşünüyorum . Kimbilir belki başka efsaneler anlatırlar bana... Haaa bir de olta takımı almam lazım, Seyyah la balık tutma işini hallederiz. Sabah duşumu denizde alırım. Sonra bahçemdeki fesleğenleri, hanımellerini, lavantaları sularım..Kahvaltımı zeytin ağacının altında, onun fısıldadığı geçmiş zaman masallarını dinleyerek yaparım. Peynirim, ekmeğim, çayım yeter bana. Denizi seyrederek kahvemi içerim sonra. Kalbim uzak zamanların yolcusu gibi ferahlar belki... Ağzımda kahve telvesinin tadıyla gülümserim.Sonra bisikletime atlayıp köy pazarına giderim. Köylü kadınlarla sohbet edip, onların yaptığı ekmeklerden, zeytinyağından alırım. Yol kenarındaki meyve ağaçlarından yiyerek ve uzun yürüyüşler yaparak, huzurlu limanıma, evime dönerim. Düşünsenize, ev sahibi derdi yok, "kızım gelecek, oğlum gelecek, evden çık" derdi yok. Tefesi yok, tüfesi yok, aidatı yok... Akşama ahşap fenerlerle süslediğim zeytin ağacının altındaki büyük tahta masaya güzel bir sofra kurarım. Köy pazarından aldığım otları zeytinyağı ile karıştırırım. Pembe domatesleri tüm letafeti ile tabağa dilimlerim. En sevdiklerim gelir. Güleriz, ağlarız, gecenin siyahına rakının beyazı karışır belki... Belkide şarabın laline, ağustos böceklerinin ışığı akseder. Zeytinin yeşiline kapılıp, umutlanırım belki.. Yeniden iyi şeyler düşünürüm. Yüreğim yeniden pır pır çarpar ve hatta yıldızlar o gece benim için göz kırpar belki... Denizin iyotu, dağların kekiği, lavantanın kokusu hep beraber dans eder havada... Ağustos böcekleri benim için şarkılar söyler o gece... Kimbilir belkide, "Daha önce hiç böyle bir şey yaşamadım" derken buluveririm kendimi. Boşlukların tadını çıkarmaya başladığımı hissederim. Kendimi daha çok severim, iyileşiveririm, içimde çiçekler açar belki... Taş duvarlı odamda, rüzgarla dans eden perdelerimle derin uykular çekerim... Gece yıldızları seyrederim, ateş yakıp yakamozlara dalarım. Uzaktan geçen pancar motorlarının sesi, gecenin şarkısı gibi gelir kulağıma... Sonra Turgut Uyar 'ı, Cemal Süreya' yı, Orhan Veli'yi, canım Didem Madak'ı, Edip Cansever 'i davet ederim soframa. Tahta masamın üstüne mezelerimi dizerim yine. Sabaha kadar şiirler okuruz beraber. Acıyı koyarız, kahkahayı koyarız, rakının beyazını, yıldızların ışığını, keşkeleri,en sevdiğim şarkıları, pişmanlıkları, boşvermişlikleri, olmasa da olurları, kadehe düşen gözyaşını koyarız... Söze önce sözcüklerin sihirbazı Didem Madak girer.. "Hayatımın üstünde imkansız kuşlar uçuyor. Ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi tırnaklarıyla düzeltemiyor insan" der... Turgut Uyar cevap verir. "İkimiz birden sevinebiliriz. Göğe bakalım" der. Söze Orhan Veli girer... "Deli eder insanı bu dünya. Bu gece, bu yıldızlar, bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç." Bir süre sessizce yıldızları seyrederiz. Turgut Uyar söze girer yine "Sizi bilmem ama ben bütün mümkünlerin kıyısındayım" der... Cemal Süreya sitemkar bir ifadeyle sözü alır. "Dilsizdir benim acılarım, konuşmazlar kimseyle. Sadece benim canımı acıtırlar. Hem de hiç hak etmediğim halde" Didem Madak araya girer... "Güneşi özledim, sonra seni. Keşke gölgesine razı bir fesleğen olsaydım." Özdemir Asaf birdenbire "Kime sorsan evinde bir oda eksik" diye kederlenir. Son noktayı Edip Cansever koyar... "Adam masaya aklında olup bitenleri koydu Ne yapmak istiyordu hayatta, işte onu koydu Kimi seviyordu, kimi sevmiyordu Adam masaya onları da koydu Uzandı masaya, sonsuzu koydu Uykusunu koydu, uyanıklığını koydu Yokluğunu, açlığını koydu Masa da masaymış ha Bana mısın demedi bu kadar yüke Bir iki sallandı durdu Adam ha babam koyuyordu " der... " Ve biz sabaha kadar masaya koymaya devam ederiz... Gecede PAN'ın sihiri dolanır. Hanımeli, akşam sefası ve son kalan yaseminlerin kokusu etrafa adamakıllı yayılır... Mutlu uyanmak insanlık hakkı değil miydi? İşte ben de mutlu uyanırım her sabah bu evde... Her şeyden, tüm kötülüklerden azade yaşar giderim derken ;annemi, başımda dikilmiş bir halde "Leylaaaaa,hadi kalk kızım, ne zaman uyanacaksın, kahvaltı hazır" derken buluveriyorum... Ahhhh anne yapma yaaa, böyle de uyandırılmaz ki,mahvettin bütün hayallerimi, oldu mu şimdi bu diyerek uyanıyorum ...Boşuna dememişler işte, her güzel şeyin bir sonu vardır diye.... Gülümseyerek, "Vardır bir hayır bu düşte" diyorum.. Kimbilir?... Bir bilene sormak lazım belkide... Ebru BOZCUK