EFSANE KADIN CAHİDE SONKU...

 

Geçme ihtimali olan yollara bile kırmızı halı serilen, ayakkabısından şampanya içilen, bütün kıyafetleri Paris ve Londra'dan getirtilen, tarifsiz güzelliği ve oyunculuğu ile gerçek bir efsaneydi o...

 

Haldun TANER onu şöyle ifade eder...

 

"Bir kraliçe hayatıydı yaşadığı. Sigarasını altın bir tabakada taşırdı. Onları zümrütlerle süslenmiş çakmaklarla yakar, Kleopatra gibi süt banyosu yapardı." Türk tiyatro ve sinemasına damgasını vurmuş, hatta efsaneleşmiş bir kadını anlatırken çoğu yazarın, yaşadığı bu şaşaalı hayat üzerine odaklandığını, talihsiz sonunu bir nevi şımarıklık, hırs ve şöhret anaforuna bağladığını görmek beni üzdü desem yeridir... Bir kadın olarak onun bu mutsuz sonuna başka bir cepheden bakılması gerektiğini düşünüyorum. Burada uzun uzadıya biyografisini anlatmaktan ziyade, onun iç dünyasını irdelemenin daha doğru olacağı kanaatindeyim. 1919 yılında Yemen 'de doğar.Erkek çocuğuna meraklı olan babası, ablasına Necdet ismini koyar. İkinci kızı olunca da bu geleneği bozmaz ve ona "Savaşan" anlamına gelen Cahide ismini verir. Ne gariptir ki isimler bazen kaderimiz olabiliyor galiba... Hayatı boyunca düzene, geleneklere, erkek dünyasına karşı savaşmış bir kadın doğmuş oluyor böylece... Aslında dağılmış bir ailenin çocuğu olarak başlar hayatı. Babası onları terk ettikten sonra paşa dedesinin Fatih'teki konağına yerleşirler. İlk ve ortaokul yılları Fatih'te geçer. Onaltı yaşındayken Darülbedayi'ye (İstanbul Şehir Tiyatroları) girer. Muhsin Ertuğrul 'un keşfiyle, ki tüm hayatı boyunca desteği üzerinde olacaktır, oyunculuğa başlar. Bir süre sonra Parseh Gevrekyan adında gayrimüslim biriyle beraberliği hoş karşılanmadığından, aşklarını uzun süre gizli yaşarlar fakat ne yazık ki artan dedikodular Şehir Tiyatrolarından atılmasına yol açar. Muhsin Ertuğrul bu duruma engel olur. Belki de şöhretin ilk darbesi olmuştur onun için... Yaşadığı bu güzel aşktan vazgeçmek zorunda kalır ki, 2.Dünya savaşı sonrası çıkarılan varlık vergisi sebebiyle Parseh 'in mallarına el konur ve Aşkale' ye sürgüne gönderilir.

 

1943 yılında ünlü tütün kralı İhsan Doruk ile evlenir. Şaşaalı hayatı tüm hızıyla devam etmektedir. Bu sırada oynadığı her oyun, her film gişe rekorları kırar ve tüm halkın sevgilisi haline gelir. Sinema tarihçisi Giovanni SCOGNAMİLLO onun için şöyle der.

 

"Sonku'nun bırakın Türk tiyatrosundaki yerini, sinemadaki yeri de tartışılmaz. Bir dönemin, bir tarihin, bir sinema anlayışının temsilcisidir o." Galiba onu anlatan en iyi tarif bu olsa gerek diye düşünüyorum. Tütün kralı ile evliliği bir aldatma vakasıyla son bulur. 1963 yılında kurduğu SONKU FİLM ŞİRKETİ bir yangın sonucu yanar ve bütün varlığını buraya yatıran Cahide derin bir bunalıma girer. Bu süreçte eşiyle yaşadığı krizler, kızı ile arasının açılmasına sebebiyet vermiştir. Sonrasında Muhsin Ertuğrul, şehir tiyatrolarında çalışması için sürekli destek verse de, alkol bağımlılığı Cahide'yi çaptan düşürür. Bu durum onu kızından da ayırır. Alkol, bu hayata katlanmak için son çaredir onun için. Bir süre Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi 'nde tedavi görür. Eşlerinin ihanetleri, kızından ayrılmak zorunda kalışı, şirketinin iflas etmesi onu mahvetmiştir. Kimbilir, belki de çocukluğundan gelen yokluk bilinciyle, zengin erkeklerle yanlış evlilikler yapması ve bir süre sonra bununla yetinmeyip, erkeklerden maddi olarak daha güçlü olma hırsı, ki bunu da kız çocuğu olarak doğup ötelenmesine bağlayabiliriz, onu çok yormuştur. Bütün bu süreç, Cahide olarak bir varoluş mücadelesi adeta... Son günlerini ispirto içerek, küflü evlerde geçiren Sonku, belki de koşullar elverseydi alkol şişelerinin dibinde kaybolmayacaktı... Kimbilir bir kadın olarak kendi içinde ne mücadeleler verdi. Bir SAVAŞÇIYDI aslında o, normları değiştirendi... Cahide SONKU bedeli ağır ödenmiş bir hayat yaşadı. Seçimleriyle hem yenilginin hem de zaferin kadını oldu... Kendisine çizilen kadere meydan okuyan ve aynı zamanda seçtiği yolda, üzerindeki yıldız tozlarını meyhane köşelerinde dökmekten çekinmeyen bir kadındı...

 

Onun hayatı, yaşadığı seçimlerden dolayı büyük bir "KAYBEDİŞ HİKAYESİ" olarak algılanabilir fakat bence o başarmış bir kadın olarak gitti sonsuzluğa ... Gizemli, soğuk ve çok güzel bir kadındı ama en önemlisi yapayalnız oluşuydu. Belki de şöhretin en büyük bedeliydi bu... Son günlerinde, Sinema Yazarları Derneği 'nin," Türk Sineması Hizmet Ödülü", Atilla Dorsay tarafından bir Beyoğlu meyhanesinde verilir Sonku' ya... Ödülünü ağlayarak alır ve "Demek unutulmadım, demek kırk milyon beni unutmadı" der... Galiba hatırlanıyor olmak ve unutulmamak şöhretli bir aktris için en önemli şeydi ve o bunu hissederek aramızdan ayrıldı. 19 Mayıs 1981 yılında Hürriyet gazetesinde çıkan manşet şöyleydi... "Sanat dünyasına adını altın harflerle yazdıran Cahide SONKU yapayalnız öldü." Kraliçeler gibi bir hayat, yoluna döşenen halılar, aşçılar, uşaklar, güzelliğine güzellik katan elmaslar, pırlantalar, kürkler onun yaşantısı için sadece buz dağının görünen yüzüydü belki de...

 

İç dünyasında yorgun, naif ve yalnız bir kadın vardı... O, gösteri sanatları tarihimizin primadonnasıydı ve bence yaşadığı hayat asla bir kaybediş hikayesi değildi. Aradan geçen bunca yıla rağmen, hala onun adına ödüller veriliyor, kitaplar yazılıyor, belgeseller çekiliyor, araştırmalar yapılıyorsa, başarılmış bir hayat yaşadığının bundan daha güzel bir ispatı olamaz herhalde ...

 

Cahide; kafesinde sıkışıp kalan, baş kaldıramayan, özgürlüğe yeltenip cezalandırılan tüm kadınların sesiydi aslında... Suskunluk çağının ilk neferi, bir yol göstericiydi o... Belki de bu güne kadar dinlediğimiz en güzel ÖZGÜRLÜK TİRADIYDI ... Geriye kalan ise kulaktan kulağa dolaşan efsane hayatıydı... Bu topraklardan bir Cahide SONKU geçti ve biz onu hala o efsunlu haliyle yad ediyoruz ve etmeye de devam edeceğiz sanırım... Bu bile hala şöhretin doruklarında olduğunu ifade etmiyor mu sizce?... Huzurla uyu güzel kadın...

 

Ebru BOZCUK Kasım /2023 İstanbul


YAZARIN DİĞER YAZILARI