BİR SABAH ANAFORU Bir sabah, "Artık çekip gitmeliyim bu zorlu şehirden" diyerek uyandım... Çok yorgundum.. Ne de olsa ben GİTMELERİN KADINIYDIM... Ne yapar eder, gittiğim her yerde çiçekler açabilirdim yine. Uzun bir süre sessizce öylece oturdum. Aidiyeti düşündüm. Nerede mutlu olurum, nerenin havası suyu iyi gelir bana, nerede hafiflemiş bir kalple uyanabilirim diye düşündüm... Sonra şunun farkına vardım. Nerede uyanırsam uyanayım, mutluluğun, içimin iklimiyle alakalı olduğunu çok iyi biliyordum... Ne o hayalini kurduğum şehir, ne o kafamdaki ev (hani şu meşhur, bahçesinde zeytin ağacı olan köy evim), ne de rüyalarımda canlandırdığım yaşam şekli... Bunların hepsi bir vasıtaydı sadece. Bütün mesele içimin ikliminin nasıl olduğuydu... EYLÜL müydüm hep, yoksa NİSAN mı daha baskındı? Koyu griler mi giyiyordum üstüme yoksa maviden yana mıydı sol yanım? Yaş aldıkça sessizlik ve sadelik arayışı da artıyor sanırım. Huzursuz anaforlar içinde kıvranmak istemiyor insan. Küçük, telaşsız ama zorlamayan, yormayan bir hayat istiyorsun. Tıpkı Melih Cevdet'in o şahane şiirindeki gibi bir hal kaplıyor içini... "Bir misafirliğe gitsem Bana temiz bir yatak yapsalar Her şeyi, adımı bile unutup uyusam" Ne masum ve bir taraftan da ne yorgun bir istek bu değil mi? Ahhh bu ruh yorgunluğu... Mücadele etmekten usanmış bedenlerimiz, böyle bir teslimiyet arıyor belkide.Huzurlu, sessiz bir uyku... Başka bir coğrafya, başka bir sabah, başka yüzler, başka sohbetler istiyor. Fakat kaçamadığımız tek şey işte o içimizdeki ses. ????Dönüşebiliyor musun kıştan bahara? ????Kendi ritminde iyileşmeye meyilli misin? ????Ruhun şarkı söylemeye hazır mı? Yoksa nedir ki, en iflah olmaz dediğin acıları bile bir valize sığdırıp, iki parça eşyayla yola çıkmaya bakar her şey... Tao düşüncesinin kurucusu LA TZU "Yola çıkmak başarmanın yarısıdır" dememiş miydi sonuçta? Değişiklik değiştirir her şeyi aslında... Gitmekten korkmamak gerektiği gibi, dönmekten de korkmamak lazımdır. "Denedim olmadı" deyip, kaldığınız yerden devam edebilirsiniz yine. Yeter ki boşluklarda gezinmeyelim. Ayağımızı yeniden hangi toprağa basacağımız, hangi elin, hangi havanın, nasıl bir hayatın bize yeniden iyi geleceğini denemeden nasıl bilebiliriz ki? Bu hayat bir kerelik büyük ve eşsiz bir mücadele değil miydi? Kendimizi yüzde yüz kendimiz gibi hissettiğimiz yerler, anlar nelerse onları çoğaltmamız lazım. ????️"Burada ne işim var?" dediğimiz yerlerde bir nefeslik bile durmamak lazım aslında. ????️"Hiç sevmiyorum" dediklerimizi yemeyip, "Canım çekiyor" dediklerimizi yemeliyiz. ????️Yanında iyi hissetmediğimiz insanlardan uzaklaşmalıyız. BU HAYAT KISACIK BİR TEZAHÜRKEN ne için ya da kim için katlanıyoruz ki bunlara? İyi şeyler dileyelim biz hayattan. Birisi çok güzel baksın size ki içiniz aydınlansın. Ya da özlediğiniz birini kucaklayın. Yaşadığınız dünyaya siz kendi YILDIZ TOZLARINIZI serpin... İçinizdeki masumiyeti parlatın. İyiliğe hep inanın. Göz bebekleriniz gülsün aynaya baktığınızda... Yok öyle olur olmaz şeylere kederlenmek... Bu bile kul hakkına girmek değil miydi? Nefesin ve sevdiklerin oldukça, başka bir şeye ihtiyacın olmadığını anlıyorsun. Sadece kendine değil, başkalarının kalbine de iyi gelmeliyiz aslında. Çünkü zaten yük olma işini o kadar çok insan yapıyor ki... Yazar Leyla Erbil'in çok sevdiğim bir sözü vardır. "Bugün yaşamın anlamı dediğin şey, yarın bir taş parçasından daha anlamsız olabiliyor. Bu kadar ince bekleyişler gerekli mi acaba?" der. Yol aslında hiç de o kadar uzun değil... Kısa bir tezahür bu sadece. Kalp ne söylüyorsa onu dinlemeli. Kendi yıldız tozlarımızı serperek yola çıkmalıyız. Kimbilir belki o zaman içimizin iklimi de YAZ oluverir... Ebru BOZCUK #yıldız tozları #içimizin iklimi #çekip gitmeler #gitmelerin kadını


YAZARIN DİĞER YAZILARI