Erdal Şafak'tan Ağlatan Bir Anı
SON YÜZÜK
1950’li yılların başlarıydı.
Türkiye, Demokrat Parti iktidarının ve Adnan Menderes hükümetinin sağladığı serbestlik ortamında keyifli ve huzurlu günlerden geçiyordu.
Ancak bu keyif ve huzurdan ne yazık ki herkes nasibini alamıyordu…
---
Hatırlıyorum, sicim gibi yağmurun yağdığı bir gündü.
Leyla Şafak, yani annem, “Haydi oğlum Erdal” dedi, “Benimle gel, şu son yüzüğü de rehine verelim…”
Başına eşarbını sardı. Saçları görünmeyecek şekilde bağladı.
Kimbilir kaç yıllık mantosunu giydi. Çok büyük olasılıkla babamın zenginlik günlerinden kalmaydı.
9 yaşındaydım. Annemin elini sıkı sıkıya tuttum. Yağmur altında yürümeye başladık.
“Rehinci”ye gittik.
Görevli elindeki büyüteçle yüzüğü en ufak ayrıntılarına kadar inceledi. Karar balyoz gibi indi: “Bu yüzük biraz düşük ayarlı. 24 değil 22 ayar. Belki de 21. Ne istiyorsun?
-100 lira.
-Etmez.
-Ne verirsin?
-En fazla 70 lira. Ama yanındaki çocuğun hüzünlü bakışlarından etkilendim. Sana 80 lira vereceğim. Anlaştık mı?
Anlaşmasak ne olacaktı ki? Annem “Peki” anlamında başını salladı.
Yüzüğü verdik, 80 lirayı aldık.
Dışarı çıktığımızda annem hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ve onun gözyaşlarının her damlası küçücük yüreğime hançer gibi saplanıyordu.
---
Kime gitmiştik? İstanbul Emniyet Sandığı şubesine.
Emniyet Sandığı 1868’de Ziraat Bankası ile birlikte Mithat Paşa tarafından kuruldu. Sermayesi yoktu. Ziraat Bankası’nın desteğiyle çalışıyordu. Önceleri halkın küçük tasarruflarını değerlendirmeyi amaçlıyordu. Sonra para kazanmak için rehin işine girdi. Paraya sıkışanlar değerli bir eşyasını veya bir mücevherini rehin verir, karşılığında para alırdı. 3 ay içinde para faiziyle birlikte ödenirse rehindeki eşya veya mücevher iade edilirdi. 3 ay içinde ödeme yapılmazsa rehindeki eşya veya mücevher satılırdı. Daha sonra “Memleket Sandıkları” adıyla ülke genelinde yaygınlaşmıştı.
Annem daha önce iki yüzüğünü rehin vermiş, tabii borcu ödeyemediği için satılmıştı.
---
Şehrin en zenginlerinden olan ve davetlerin onur konuğu olarak ağırlanan babam Fahri Şafak, 1940’ların sonlarına doğru tütün, pamuk ve zeytinyağı ticaretinden peş peşe üç kez iflas edince neyi var neyi yoksa el konulmuştu. Hatırlıyorum; iflaslarından önce binlerce metrekarelik depoları ve onlarca çalışanı vardı.
İflaslarından sonra ticaret yapması yasaklanmış, eve düzenli aralarla haciz memurları uğrar olmuştu.
Babam iki çocuklu ailesine bakabilmek için çözümü Doğu illerinde gezici ticarette bulmaya çalışmıştı.
Yılda iki kez eve gelirdi: Ramazan ve Kurban bayramlarında.
Geldiğinde anneme bir demet kırmızı-mor arasındaki renkte olan kağıt 2,5 liralıklardan bir demet bırakırdı. 50 lira ya var ya yoktu.
Onun dışında hiç para gönder(e)mezdi.
---
Annemle eve dönüş yolunda yürümeye başladık. Yol boyunca ağladı.
Yağmur mu şiddetli yağıyordu, yoksa annemin gözyaşları mı?
---
Çünkü rehine verdiği son yüzük, evlilik alyansıydı!
Ve geri alamayacağını biliyordu…