
Üçgenin içine çizilmiş bir göz... Kimi zaman "her şeyi gören göz" kimi zaman "Tanrı'nın gözü" olarak anılıyor.
BBC Türkçe'de yer alan habere göre; Bazıları Masonluk ve küresel meseleleri kontrol etmeye çalışan gizli bir elit grup olduğu iddia edilen Illuminati ile bağlantısı olduğunu iddia ediyor. Komplo teorileri, gizemli sembollerle beslenir. Ve "her şeyi gören göz", komplo teorisyenleri için adeta bir paratöner, çünkü çok açık bir şekilde gizli. Dünya çapında sayısız kilise ve Masonluk binasında yer almasının yanı sıra, ABD'de bir dolarlık banknotun arka yüzünde ve ülkenin resmi mühründe de bulunuyor.
Aslına bakarsanız, bu sembolün ABD'nin devlet sembolü olarak seçilmesi tuhaf bir tercih. Bedeni olmayan göz, meraklı ve otoriter bir Büyük Birader hissi veriyor. Altındaki piramitle birlikte, eski ve ezoterik, yani sadece onu anlayabilecek kişilere açık bir kültü çağrıştırıyor. Peki bu sembolün kökenleri ne, neden bizi bu kadar büyülüyor ve neden sık sık komplo teorilerine konu oluyor? "Her şeyi gören göz" başlangıçta bir Hıristiyan sembolüydü.
En eski örnekleri, Rönesans döneminin dini sanatında Tanrı'yı temsil eden eserlerde görülebiliyor. Mesela Pontormo'nun 1525 tarihli Emmaus'ta Akşam Yemeği tablosu. Gerçi bu tabloya sembol daha sonra, muhtemelen 1600'lü yıllarda eklenmiş. Simgenin bir başka önemli kaynağı, ilk olarak 1593'te yayınlanan Iconologia adlı bir amblem kitabı. Kitabın sonraki baskılarında işaret, Tanrı'nın iyiliğinin bir sembolü olarak listelenmiş. Bu ilk kullanımlar ve ismi, "her şeyi gören göz"ün Tanrı'nın insanlık üzerindeki şefkatli gözetiminin bir sembolü olarak icat edildiğine işaret ediyor.
Hıristiyanlık sembolleri
Kim tarafından icat edildiğini kimse bilmiyor. Ama bu kişinin daha önce var olan bir dizi dini motiften faydalandığı anlaşılıyor. Üçgen şekli, Hıristiyanlıkta Baba, Oğul ve Kutsal Ruh'tan oluşan teslisin sembolü. Öyle ki önceki yüzyıllarda Tanrı'nın üçgen bir hale ile tasvir edildiği bile oluyordu. Sembolden yayılan ışınlar ise Hıristiyan ikonografisinde eskiden beri Tanrı'nın parlaklığının bir işareti olarak kullanılıyor. Peki ya bu ürkütücü, bedensiz gözün kökenleri ne?
Hıristiyanlar Tanrı'yı daha önce birçok gizemli şekilde tasvir etmişti, örneğin buluttan çıkan tek bir el gibi, ama göz olarak değil. Tek başına tasvir edilen bir gözün, otoriteye işaret ederek izleyiciye bilinçli bir gözetleme hissi verdiği ve kendine özgü psikolojik bir etkisi olduğu söylenebilir. Bu etkiyi doğada da görebilirsiniz; bazı hayvanlar, avcıları korkutmak için derilerinde göze benzer şekiller geliştirmiştir. Sanat alanındaysa sürrealist fotoğrafçı Man Ray, bu gözün tuhaflığının "hem gören hem görünen" yapısından geldiği yorumunu yapmıştı.
Sümerlerden Mısırlılara
Ancak gözün bir sembol olarak daha derin tarihini de unutmayalım - bizi bilinen en eski dinlere geri götüren bir tarih. Milattan önce üçüncü bin yılda Sümerler bazı heykellerin kutsallığını, görev bilinciyle uyanık olma hissini güçlendirmek için, gözlerini anormal şekilde büyüterek ifade ediyorlardı. Hatta sanatçıların, heykellerin gözlerini "açarak" onlara hayat verdikleri törenler bile düzenleniyordu. Ancak tek başına duran göz motifinin yaratıcıları antik Mısırlılardı: Örneğin tabutun üzerine boyanan bir çift gözün, ölülerin öbür dünyada görebilmesini sağladığına inanılıyordu.
Bu motif aslında insan ve şahin gözün bir karışımıydı. Kuşun koyu renkli kaş ve yanak izlerini içeriyordu. Antik Mısır mitolojisine göre, Tanrı-kral Horus (genellikle şahin olarak veya şahin başlı olarak tasvir edilir) amcası Set ile savaşa girmiş ve gözleri oyulmuştu. Thoth'un yardımıyla daha sonra gözleri iyileşti. Bu nedenle Horus'un Gözü genellikle bir tılsım olarak, bir kişinin cebinde taşıyabileceği kadar küçük bir heykelcik şeklinde kullanılıyordu. Bu ve diğer Mısır hiyerogliflerinde yer alan tek başına insan gözleri, Rönesans döneminde Avrupa ikonografisini etkiledi. O dönemde, akademisyenler ve sanatçılar Mısır yazısı hiyerogliflere büyük ilgi duyuyordu. Tek sorun, onu tam olarak anlamamaları ve çeviri denemelerinin genellikle yanlışlarla dolu olmasıydı. En ünlü örneklerden biri, 1499 tarihli "Poliphilo'nun Rüyası" adlı romanda Mısır'daki tek göz sembolünün "Tanrı" olarak çevrilmesi oldu. Bu, hiyerogliflerin orijinal kullanımı ile ilgili temel bir yanlış anlamadan kaynaklanıyordu.
Çeviride kaybolan anlam
Günümüzde hiyerogliflerin çoğunlukla fonetik işaretlerden oluşan bir yazı dili olduğunu biliyoruz, ancak 1400'lü ve 1500'lü yıllarda bu işaretlerin çok daha mistik bir anlamı olduğu düşünülüyordu. Hiyeroglif yazısındaki sembollerin – hayvanlar, kuşlar ve soyut şekiller – kasıtlı olarak gizemli olduğu, dilbilimsel bir sistemin parçası olmaktan ziyade, her birinin izleyicinin ilhamıyla anlam kazandığı düşünülüyordu. Bunların, birden fazla anlam içeren açık bulmacalar olduğuna inanılıyordu. Bu yanlış yorumun, Avrupa sanatında çok büyük etkisi oldu. Andrea Alciati'nin hazırladığı 1531 tarihli Emblemata ve daha sonra Cesare Ripa'nın Iconologia gibi sembol sözlükleri gizemli, genellikle oldukça karmaşık görsel sembollere vurgu yapıyordu. Sonuç olarak "Her şeyi gören göz" motifi kasıtlı olarak ezoterik gibiydi. Bu sembol, yeniden yorumlanmak, hatta belki de yanlış yorumlanmak için adeta özel olarak yaratılmıştı. Ve bu fenomen, 18. yüzyılın sonlarında iyice etkin hale geldi. Bu dönemden üç önemli örnek, "Her şeyi gören göz"ün sembolizmindeki çeşitliliğin nasıl arttığını gösteriyor.
Fransız Devrimi, hapishane, mühür
Fransız Devrimi'nden sonra Jean-Jacques-François Le Barbier'in 1789 tarihli İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi, metinle birlikte bu göz sembolünü de içeriyordu. "Her şeyi gören göz" bu yeni ve eşitlikçi ulusu gözeten paternalist aklın bir aracı haline gelmişti. 1794'te İngiltere'de Jeremy Bentham, mimar Willey Reveley'den, her hücrenin sürekli gözetim altında tutulmasını amaçlayan devrim niteliğindeki yeni hapishanesi "Panopticon" için bir logo tasarlamasını istedi. Ortaya çıkan tasarımda adaletin keskin bakışını temsil eden "Her şeyi gören göz" ön plandaydı. Çevresinde "Merhamet", "Adalet" ve "İhtiyat" kelimeleri yer alıyordu. Bundan birkaç yıl önce, 1782 yılında, ABD'nin mühürü tanıtılmıştı. Ülkenin kurucularından Thomas Jefferson, Benjamin Franklin ve John Adams tasarım için fikirler önermişlerdi.
Ancak mühürdeki piramit ve göz de dahil çeşitli sembolleri, dönemin geçici hükümetinin yetkililerinden Charles Thomson, genç bir avukat ve sanatçı olan William Barton ile birlikte bulmuştu. Tamamlanmamış piramit, "güç ve sürekliliği" simgelemek için tasarlanmıştı ve piramitin 13 katı o dönemde biraraya gelen 13 eyaleti temsil ediyordu. "Her şeyi gören göz" aynı dönemde İngiltere ve Fransa'daki örnekleri gibi, bu yeni kurulan ulusa, Tanrı'nın şefkatle göz kulak olmasını sembolize ediyordu. Bu örneklerin hiçbirinde sembolün seçiminde Masonluk rol oynamadı. Peki ya İlluminati? 1776'da Bavyera'da kurulan ve 1787'de dağılan orijinal grubun ilk yıllarına ait ayrıntılar nispeten belirsiz. Ne yazık ki görsel sembollerin orijinal tarikat için ne kadar önemli olduğunu da bilmek mümkün değil. İlluminati'nin, Masonluk fikirlerinden esinlendiği biliniyor.
Masonlar da zaman zaman, o dönemde etkin olan bazı kiliseler gibi, "Her şeyi gören göz" işaretini Yüce Mimar (Tanrı) fikrinin sembolü olarak kullanıyordu. Ancak Masonlar bu sembolü 18. yüzyılın sonuna kadar yaygın olarak kullanmadı. Ve bu Bentham, Le Barbier, Thomson ve Barton'un sembolü son derece ana akım amaçlarla benimsemesinden çok sonraydı. Komplo teorisyenleri üzülecek ama bir dolarlık banknot üzerindeki "Her şeyi gören göz" bize gizli elitlerin otoritesinden çok 18. yüzyıl estetiği hakkında bir şeyler anlatıyor. Günümüzde Madonna, Jay-Z ve Kanye West gibi ünlülerin hepsi "Her şeyi gören göz" de dahil İlluminati ikonografisi kullanmakla suçlandı. Ancak bu sanatçıların ortak noktası, İllüminati ile herhangi bir ortak noktadan ziyade, ikonik (ve belki de provokatif) unsurları fark eden keskin gözleri. "Her şeyi gören göz" sembolünü tekrar tekrar kullanmak ortak bir komplo değil, bu sembolün bir logo tasarımı olarak daimi etkisinin kanıtı.