İstanbul’un en güzel semti bana göre Sarıyer’dir. Sarıyer’in sahipleri ise ne dediği belli olmayan ve susmayı aklına dahi getirmeyen mütemadiyen öten martılardır. Bir bankta otururken ya da dışarıda yemek yerken sizi asla yalnız bırakmazlar. Martılar öylesine sahiplenmiştir ki Sarıyer’i, derdinize ortak, gezinize davetsiz misafir olurlar. Karadeniz’in esintisi İstanbul Boğazı kıyılarında hafif yosun kokusuyla burada hissedilir. Sarıyer havası öyle cezbedicidir ki sevdiğiniz birinin kokusunu içinize çekmek gibi. Şehrin kalabalığından sıkıldığımda kendimi ilk Sarıyer’e atarım. Öyle ki Tarabya’nın adı Yunanca Terapia’dan gelir bu semt gerçekten benim için bir terapi. Çocukluğunuzdaki mahalle ruhunu hiç eskimemiş gibi aynı tatla burada bulabilirsiniz. Sokaklarda sesler eksilmez hala sokakları çocuk sesleri sarar, seyyar bir bozacının sesine karışır. Sokağın henüz başında olan seyyar balıkçı ise sesiyle bozacıyı bastırır. İstanbul’da hiç kimsenin tebessüm etmeye bile mecali kalmamış, sürekli oradan oraya sürüklenen ruhsuz insanların aksine Sarıyer’de hala insanlar birbirine selam verir ayaküstü sohbet ederler. Mahalle kültürü burada yaşayanlara sanki büyüklerinden miras kalmış gibi hiç eksilmemiş, eskimiyor da. Zincir market yerine esnaf gezerek alacağı her şeyi çeşitli dükkanlara mal edip alışverişini tamamlayan nadir insanlardır Sarıyerliler. Burada ekmek belki de 30 yıldır aynı fırından alınır. Çünkü o fırın hep ordadır çocukken de çocuğuna ekmek aldırırken de. Kışın başka yazın bambaşka ruhu vardır buranın… 

Kışın rüzgar suratına tokat gibi çarpar yazın aynı rüzgar yüzünü okşar. Sahile zincir gibi sıralanmış yalıların önünde balık tutarken arkanızda kalan yalıların eskiden kimlere ev sahipliği yaptığını düşünmeden edemezsiniz. Yazın çocuklar hala mahalle abilerinin teknelerinden denize fütursuzca atlar. Kahvenin keyfi, çayın sohbeti, denizin mavisi, ormanın yeşili Sarıyer’de hiç eskimemiş, eksilmiyor da. 

 


YAZARIN DİĞER YAZILARI