Mehmet Akif Ersoy Kimdir? Nerelidir? Neden Öldü? Kaç Yaşında Öldü?

Mehmet Akif Ersoy kimdir? İstiklal Marşı'nın şairi Mehmet Akif Ersoy ile ilgili bilgiler sosyal medyada ve internette kullanıcılar tarafından sıklıkla merak edilmeye başlandı. Peki Mehmet Akif Ersoy kimdir? Nerelidir? Neden ölmüştür? Kaç yaşında ölmüştür? Hayatı nasıldı? Cevaplar haberimizde..

 

Mehmet Akif Ersoy kimdir? İstiklal Marşı'nın şairi Mehmet Akif Ersoy ile ilgili bilgiler sosyal medyada ve internette kullanıcılar tarafından sıklıkla merak edilmeye başlandı. Peki Mehmet Akif Ersoy kimdir? Nerelidir? Neden ölmüştür? Kaç yaşında ölmüştür? Hayatı nasıldı? Cevaplar haberimizde..

 

mehmet akif ersoy kimdir nerelidir neden olmustur kac yasinda olmustur

 

Mehmet Akif Ersoy kimdir? Nerelidir? Neden ölmüştür? Kaç yaşında ölmüştür? Hayatı nasıldı?

 

Mehmet Akif Ersoy kimdir? Mehmet Akif Ersoy 20 Aralık 1873 tarihinde İstanbul'un Fatih ilçesinin Karagümrük semtinde Sarıgüzel Mahallesi'nde dünyaya geldi. Mehmet Akif Ersoy aslen Arnavuttur. Annesi Buhara'dan Anadolu'ya göç etmiş bir ailenin kızı olan 'Emine Şerif' Hanım; Arnavut kökenli babası 'Mehmet Tahir' Bey ise Kosova'nın İpek kenti doğumlu, Fatih Camii medresesi hocalarından İpekli Tahir Efendi'dir. 'Nuriye' adında kız kardeşi vardı. Mehmet Akif Ersoy'un nüfusa kaydı, doğumundan sonra babasının imamlık yaptığı ve ilk çocukluk yıllarını geçirdiği Çanakkale'nin Bayramiç ilçesinde yapıldığı için nüfus kağıdında doğum yeri Bayramiç olarak görünür. İlköğrenimine Fatih'te Emir Buhari Mahalle Mektebi'nde o zamanların adeti gereği 4 yıl, 4 ay, 4 günlük iken başladı. 3 yıl sonra iptidai (ilkokul) bölümüne geçti ve babasından Arapça öğrenmeye başladı. Orta öğrenimine 1892 yılında Fatih Merkez Rüştiyesi'nde başladı. Bir yandan da Fatih Camii'nde Farsça derslerini takip etti. Dil derslerine büyük ilgi duyan Mehmet Akif Ersoy, rüştiyedeki eğitimi boyunca Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızcada hep birinci oldu. Bu okulda onu en çok etkileyen kişi, dönemin 'hürriyetperver' aydınlarından birisi olan Türkçe Öğretmeni Hersekli Hoca Kadri Efendi oldu. Rüştiyeyi bitirdikten sonra annesi medrese öğrenimi görmesini istiyordu ancak babasının desteği sonucu 1885'te dönemin gözde okullarından Mülkiye İdadisine kaydoldu. 1888’de okulun yüksek kısmına devam etmekte iken babasını kaybetmesi ve ertesi yıl büyük Fatih yangınında evlerinin yanması aileyi yoksulluğa düşürdü. Babasının öğrencisi Mustafa Sıtkı aynı arsa üzerine küçük bir ev yaptı, aile bu eve yerleşti. Artık bir an önce meslek sahibi olmak ve yatılı okulda okumak isteyen Mehmet Akif Ersoy, Mülkiye İdadisi'ni bıraktı. O yıllarda yeni açılan ve ilk sivil veteriner yüksekokulu olan Ziraat ve Baytar Mektebine (Tarım ve Veterinerlik Okulu) kaydoldu. Dört yıllık bir okul olan Baytar Mektebi'nde bakteriyoloji öğretmeni Rıfat Hüsamettin Paşa pozitif bilim sevgisi kazanmasında etkili oldu. Okul yıllarında spora büyük ilgi gösterdi; mahalle arkadaşı Kıyıcı Osman Pehlivan'dan güreş öğrendi. Başta güreş ve yüzücülük olmak üzere uzun yürüyüş, koşma ve gülle atma yarışlarına katıldı, şiire olan ilgisi okulun son iki yılında yoğunlaştı. Mektebin baytarlık bölümünü 1893 yılında birincilikle bitirdi. Mezuniyetinden sonra, Fransızcasını geliştirdi. 6 ay içinde Kur'an'ı ezberleyerek hafız oldu. Hazine-i Fünun dergisinde 1893 ve 1894'te birer gazeli, 1895'te ise Mektep mecmuasında 'Kur'an'a Hitap' adlı şiiri yayımlandı, memuriyet hayatına başladı. Okulu bitirdikten hemen sonra Ziraat Bakanlığı'nda (Orman ve Vaadin ve Ziraat Nezareti) memur olan Mehmet Akif Ersoy, memuriyet hayatını 1893-1913 yılları arasında sürdürdü. Bakanlıktaki ilk görevi veteriner müfettiş yardımcılığı idi. Görev merkezi İstanbul'du fakat memuriyetinin ilk dört yılında teftiş için Rumeli, Anadolu, Arnavutluk ve Arabistan'da bulundu. Bu sayede halkla yakın temas halinde olma imkanı buldu.

 

Bir seyahati sırasında babasının doğum yeri olan İpek Kasabası'na gidip amcalarıyla tanıştı. 1898 yılında Tophane-i Âmire Veznedarı Mehmet Emin Beyin kızı İsmet Hanım ile evlendi. Bu evlilikten Cemile, Feride, Suadi, Emin, Tahir adlı çocukları dünyaya geldi. Mehmet Akif Ersoy, edebiyata olan ilgisini şiir yazarak ve edebiyat öğretmenliği yaparak sürdürdü. Resimli Gazete'de, Servet-i Fünûn dergisinde şiirleri ve yazıları yayımlandı. İstanbul'da bulunduğu sırada bakanlıktaki görevinin yanı sıra önce Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebinde (1906) kompozisyon (kitabet-i resmiye), sonra Çiftçilik Makinist Mektebinde (1907) Türkçe dersleri vermek üzere öğretmen olarak atandı. Mehmet Akif Ersoy, 2. Meşrutiyet ilan edildiğinde Umur-ı Baytar-iye Dairesi Müdür Muavini'ydi. Osmanlı Padişahı 2. Abdülhamid'in istibdat rejiminin şiddetli bir muhalifiydi, hatta 2. Abdülhamid'in yüzünü gördüğünde bile midesinin bulandığını hatıralarında anlatır. Bunun etkisiyle, Meşrutiyet'in ilanından 10 gün sonra arkadaşı rasathane müdürü Fatin Hoca'nın yönlendirmesiyle, 11 arkadaşıyla birlikte İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye oldu. Fakat Mehmet Akif Ersoy, üyeliğe girerken edilen yeminde yer alan "Cemiyetin bütün emirlerine, bilâkayd ü şart (kayıtsız şartsız) itaat edeceğim" cümlesinde geçen 'kayıtsız şartsız' ifadesine karşı çıktı, 'sadece iyi ve doğru olanlarına' şeklinde yemini değiştirtti. Cemiyetin Şehzadebaşı İlmiye Mahfelinde Arap edebiyatı dersleri veren Mehmet Akif Ersoy, Kasım 1907'de, Umur-i Baytariye Müdür Muavinliği görevini sürdürürken Darülfünun'da edebiyat-i Osmaniye dersleri vermeye başladı. 2. Meşrutiyet'in Mehmet Akif Ersoy'un hayatında en büyük etkisi, meşrutiyetle birlikte yayın dünyasına adım atması oldu. Daha önce bazı şiirleri ve yazıları birkaç gazetede yayımladıysa da eser yayımlamaya uzun süre ara verdi. Meşrutiyetin ilanından sonra, arkadaşı Eşref Edip ve Ebül'ula Mardin'in çıkardığı ve ilk sayısı 27 Ağustos 1908'de yayımlanan Sırat-ı Müstakim dergisinin başyazarı oldu. İlk sayıda Fatih Camii şiiri yayımlandı. Ebül'ula Mardin ayrıldıktan sonra dergi, 8 Mart 1912'den itibaren Sebilü'r-Reşad adıyla çıkmaya devam etti. Mehmet Akif Ersoy'un hemen hemen bütün şiir ve yazıları bu iki dergide yayımlandı. Gerek dergilerdeki yazılarında, gerekse İstanbul camilerinde verdiği vaazlarda Mısırlı bilgin Muhammed Abduh'un etkisiyle benimsediği İslam Birliği görüşünü yaymaya çalıştı. 1910 yılında gerçekleşen Arnavutluk İsyanı onu çok üzdü ve arkasından gelecek kötü olayları sezdi. Balkanlar'da artan düşmanlık duygularını ve doğabilecek isyanları önlemek için bir şeyler yapma arzusu duydu ancak Balkan Savaşı ile hüsrana uğradı. 1914'ün başında iki aylık bir seyahate çıkarak Mısır ve Medine'de bulundu. Mısır seyahati hatıralarını 'El Uksur'da' adlı şiirinde anlattı.1913’te kurulan Müdafaa-i Milliye Cemiyeti'nin halkı edebiyat yoluyla aydınlatma amacı güden neşriyat şubesinde Recaizade Ekrem, Abdülhak Hamid, Süleyman Nazif, Cenap Şahabettin ile beraber çalıştı. 2 Şubat 1913 günü Bayezid Camii kürsüsünde, 7 Şubat 1913 günü Fatih Camii kürsüsünde konuşarak halkı vatanı savunmaya çağırdı. Balkan Savaşı'ndan sonra, ilk olarak Umur-i Baytariye görevinden (1913), sonra yayınlarının hükûmetle uygun düşmemesi nedeniyle aldığı ikaz üzerine Darülfünun müderrisliği görevinden ayrıldı (1914). Yalnızca Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi'ndeki görevine devam etti.

 

Harbiye Nezareti'ne bağlı Teşkilat-ı Mahsusa'dan gelen teklif üzerine İslam birliği kurma gayesi güden Almanya'ya (Berlin'e) Tunuslu Şeyh Salih Şerif ile birlikte gitti (1914). İngilizlerle birlikte Osmanlı'ya karşı savaşırken Almanlara esir düşmüş Müslümanların kamplarında incelemelerde bulundu ve farkında olmadan Osmanlı'ya karşı savaşan bu Müslüman esirleri aydınlatmaya çalıştı. Fransız ordusundaki Müslümanlara yönelik yazdığı Arapça beyannameler cephelere uçaklardan atıldı. Almanya'da iken yazdığı Berlin Hatıraları adlı şiirini dönünce Sebilürreşad'da yayımladı. İstanbul'a döndükten sonra 1916 başlarında Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Arabistan'a gönderildi. Görevi, bu topraklardaki Arapları Osmanlı'ya karşı kışkırtan İngiliz propagandası ile mücadele etmek için "karşı propaganda" yapmaktı. Mehmet Âkif, Berlin'deyken heyecanla Çanakkale Savaşı ile ilgili haberleri takip etmişti. On dört ay süren savaşın zaferle sonuçlandığı haberini Arabistan'da iken aldı. Bu haber karşısında büyük coşku duydu ve Çanakkale Destanı'nı kaleme aldı. Arabistan dönüşünde iki ay Lübnan'da kalan Mehmet Âkif, "Necid Çölleri'nden Medine'ye" şiirinde bu seyahatini anlattı. Lübnan'da yaşayan Mekke Emiri Şerif Ali Haydar Paşa'nın daveti ile 1918'de bu ülkeye giden Mehmet Akif Ersoy, Lübnan'da iken Şeyhülislamlığa bağlı Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye Cemiyeti başkâtipliğine atandı. Ahmet Cevdet, Mustafa Sabri, Said Nursi gibi isimlerin kurduğu ve Osmanlı Devleti ile diğer İslam ülkelerinde çıkacak dini meseleleri halletmek, İslam aleyhindeki gelişmelere yanıt vermek amacıyla kurulan bu örgütte çalışırken bir yandan da Said Halim Paşa'nın 'İslamlaşmak' adlı eserini Fransızcadan Türkçeye çevirdi. Bu dönemde Anadolu toprakları işgale uğradı, Türk halkı Kurtuluş Savaşı'nı başlatarak direnişe geçti. Bu harekete katılmak isteyen Mehmet Akif Ersoy, Balıkesir'e giderek 6 Şubat 1920 günü Zağnos Paşa Camii'nde çok heyecanlı bir hutbe verdi. Halkın beklenmedik ilgisi karşısında daha birçok yerde hutbe verdi, konuşmalar yaptı ve İstanbul'a döndü. Bu arada Sebilürreşad idarehanesi, Milli Mücadele'ye katılmak için Anadolu'ya geçenlerle İstanbul'daki yakınlarının gizli haberleşme merkezi haline geldi. Mehmet Akif Ersoy, Kurtuluş Savaşı'nı desteklemesi nedeniyle 1920'de Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye Cemiyeti'ndeki görevlerinden azledildi. İstanbul'da rahat hareket etme olanağı kalmayan Mehmet Akif Ersoy, görevinden azledilmeden az önce oğlu Emin'i yanına alarak Anadolu'ya geçti. Sebilü'r-Reşad'ı Ankara'da çıkarması için Mustafa Kemal Paşa'dan davet geldi. TBMM'nin açılışının ertesi günü olan 24 Nisan 1920 günü Ankara'ya vardı. Milli Mücadele'ye şair, hatip, seyyah, gazeteci, siyasetçi olarak katıldı. Ankara'ya varışından bir süre sonra ailesini de yanına aldırdı.

 

Ankara'ya geldiği günlerde, Mustafa Kemal Paşa Konya vali vekiline telgraf göndererek Mehmet Akif Ersoy'un Burdur milletvekili seçilmesini sağlamasını istedi. Haziran ayında Burdur'dan, temmuz ayında ise Biga'dan mebus seçildiği haberi meclise ulaştı. Mehmet Akif Ersoy, Burdur mebusluğunu tercih etti. Böylece 1920-1923 yılları arasında vekil olarak Birinci Meclis'te yer aldı. Meclis kayıtlarında adı "Burdur Milletvekili ve İslam Şairi" olarak geçti. Ankara'ya varır varmaz ona verilen ilk görev, Konya Ayaklanması'nı önlemek için halka öğütler vermek üzere Konya'ya gitmekti, büyük gayretine rağmen Konya'da kesin bir sonuca ulaşamadı ve Kastamonu'ya geçti. Halkı, Kurtuluş Savaşı'na destek vermeye teşvik etmek için Kasım 1920'de Kastamonu'daki Nasrullah Camii'nde verdiği ateşli vaaz, Diyarbakır'da basıldı ve tüm vilayetlere ve cephelere dağıtıldı.

 

Mehmet Akif Ersoy, Anadolu'ya geçerken Eşref Edip'e de arkasından gelmesini söyledi. Eşref Edip, Sebilü'r-Reşad dergisinin klişesini de alıp İstanbul'dan ayrıldı. Son olarak 6 Mayıs 1921 günü derginin 463. sayısını yayımladı. Mehmet Akif Ersoy derginin 464-466. sayılarını Eşref Edip ile beraber Kastamonu'da yayımladı, 464. sayı o kadar ilgi gördü ki birkaç kere basılıp Anadolu'ya ve askere dağıtıldı. 467. sayıdan itibaren yayıma Ankara'da devam ettiler. Derginin etkisi o kadar büyüktü ki, yaydığı yoğun duyguların hakimiyetindeki Türk halkları etkilenmesinden korkan Rusya, gazetenin ülkeye girişini yasakladı. 1921'de Ankara'da Taceddin Dergahı'na yerleşen Mehmet Mehmet Akif Ersoy, Burdur milletvekili olarak meclisteki görevine devam etti. O dönemde Yunanların Ankara'ya ilerleyişi karşısında meclisi Kayseri'ye taşımak için hazırlık vardı. Bunun bir dağılmaya yol açacağını düşünen Mehmet Akif Ersoy, Ankara'da kalınmasını, Sakarya'da yeni bir savunma hattı kurulmasını önerdi. Teklifi tartışılıp kabul edildi. Taceddin Dergahı'nda kaldığı ev Mehmet Akif Ersoy Müzesi olarak hizmet veriyor. Aynı dönemde Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey'in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Bey kendisini ulusal marş yarışmasına katılmaya ikna etti. Konulan 500 liralık ödül nedeniyle başlangıçta katılmayı reddettiği bu yarışmaya, o güne kadar gönderilen şiirlerin hiçbiri yeterli bulunmamıştı ve en güzel şiiri Mehmet Akif Ersoy'un yazacağı kanısı mecliste hakimdi.

 

Yarışmaya katılmayı kabul etmesi üzerine kimi şairler şiirlerini yarışmadan çektiler. Şairin orduya ithaf ettiği İstiklal Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye'de yayımlandı. Hamdullah Suphi Bey tarafından mecliste okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart 1921 Cumartesi günü saat 17.45'te ulusal marş olarak kabul edildi. Mehmet Akif Ersoy, ödül olarak verilen 500 lirayı Hilal-i Ahmer bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Dar'ül Mesai vakfına bağışladı. İstiklal Madalyası ile ödüllendirilen Mehmet Akif Ersoy, 1922 yılında sağlık gerekçesi ile milletvekilliğinden istifa etti. Mart 1923'te ortadan kaybolan yakın arkadaşı Trabzon Milletvekili Ali Şükrü'nün, Mustafa Kemal'in Muhafız Alayı Kumandanı Topal Osman tarafından öldürüldüğünün anlaşılması üzerine kendine yeni bir yurt bulması gerektiğini hissetti. Bir süredir kendisini Mısır'a davet eden Mısır Hıdivi Abbas Halim Paşa'nın davetine uydu ve böylece kışlarını Mısır'da geçirmeye başladı. Onun ülkeden ayrılışını, 1924'te hilafetin kaldırılması veya 1925 yılında çıkarılan Şapka Kanunu ile açıklayanlar oldu.

 

Mehmet Akif Ersoy, gitmeden önce Kur'an'ın mealini hazırlamak için Diyanet İşleri Başkanlığı ile anlaşma imzaladı. Kur'an çevirisini yapabilecek tek adam olarak görüldüğünden Kur'an'ı Türkçeye tercüme işine girişmesi için 1908'den itibaren yoğun bir ısrar vardı. Tercüme işine kesinlikle yanaşmayacağı anlaşılınca bir Kur'an meali yazmak hususunda güçlükle razı edildi. En ünlü eseri Safahat, 1924 yılında Türkiye'de basıldı. Birkaç sene yazları İstanbul'da, kışları Mısır'da geçiren Mehmet Akif Ersoy, 1926 kışından sonra Mısır'dan dönmedi. Kahire yakınlarındaki Hilvan'a yerleşti. Burada adeta inzivaya çekilerek Kur'an meali üzerinde çalışmayı sürdürdü ancak ülkede ulusal din projesinin (Türkçe ezan-ibadet) hayata geçirilme projesini öğrenince kendi çalışmasının bu projede kullanılmasından çekinerek 1932'de mukaveleyi feshetti. Diyanet İşleri Başkanlığı hem tercüme hem yorumlama işini Elmalılı Hamdi Efendi'ye verdi. Mehmet Akif Ersoy, kendi yazdıklarını dostu Yozgatlı İhsan Efendi'ye (Ekmeleddin İhsanoğlu'nun babası) teslim etti ve ölür de gelmezse yakmasını nasihat etti. Mehmet Akif Ersoy, Mısır yıllarında Kur'an çevirisinin yanı sıra Türkçe dersleri vermekle meşgul oldu. Kahire'deki 'Câmiat-ül Mısriyye' adlı üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi (1925-1936).

 

Siroz hastalığına yakalanan Mehmet Akif Ersoy, hava değişikliği iyi gelir düşüncesiyle önce Lübnan'a, sonra Antakya'ya gitti fakat Mısır'a hasta olarak döndü. 17 Haziran 1936'da tedavi için İstanbul'a döndü. 27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul'da, Beyoğlu'ndaki Mısır Apartmanı'nda 63 yaşında hayatını kaybetti. Cenazesi Edirnekapı Mezarlığı'na defnedildi. Mezarı iki yıl sonra, üniversiteli gençler tarafından yaptırıldı; 1960'ta yol inşaatı nedeniyle kabri Edirnekapı Şehitliği'ne nakledildi. Mezarı, Süleyman Nazif ve arkadaşı Ahmet Naim Bey'in mezarları arasında yer aldı. Mehmet Akif Ersoy'a 1 Haziran 1936 tarihi itibarı ile 478 lira 20 kuruş emekli maaşı bağlandı. Bu maaş 1936 yılı Ekim ayından itibaren ödenmeye başlandı, toplu olarak 2 bin 976 lira aldı. Emekli cüzdanının son sayfasında ise '600 lira borç' ibaresi yazılıdır. Bu borç düştükten sonra ise kalan kısım ailesine verildi ve Mehmet Akif Ersoy bundan iki ay sonra yaşamını yitirdi.

 

Mehmet Akif Ersoy, şiir yazmaya Baytar Mektebinde öğrenci olduğu yıllarda başladı. Yayımlanan ilk şiiri 'Kur'an'a Hitap' başlığını taşır. 1908'den itibaren aruz ölçüsü kullanarak manzum hikayeler yazdı. Hikayelerinde halkın dert ve sıkıntılarını anlattı. Balkan Savaşı yıllarından itibaren destansı şiirler yazmaya başladı. İlk büyük destanı, 'Çanakkale Şehitlerine' başlıklı şiiridir. İkinci büyük destanı ise Bursa'nın işgali üzerine yazdığı 'Bülbül' adlı şiiridir. Üçüncü olarak da 'İstiklal Marşı'nı yazarak İstiklal Savaşı'nı anlattı. 'Sanat, sanat içindir' görüşüne karşı çıkan Mehmet Akif Ersoy, dini yönü ağırlıkta bir edebiyat tarzı benimsedi. Edebiyat dili olarak Milli Edebiyat akımına karşı çıktı ve edebiyatta Batılılaşma konusunda Tevfik Fikret ile çatıştı.