Youtube’da yayınladıkları ilginç içeriklerle geniş kitlelerin beğenisini kazanan ünlü Youtube kanalı Argonomi, yayınladıkları içeriklerinde önümüzdeki haftalarda ihaleye çıkılarak başlanacağı açıklanan kanal İstanbul projesiyle ilgili gerçekleri takipçileriyle paylaştılar.

 

Youtube’da yayınladıkları ilginç içeriklerle geniş kitlelerin beğenisini kazanan ünlü Youtube kanalı Argonomi, yayınladıkları içeriklerinde önümüzdeki haftalarda ihaleye çıkılarak başlanacağı açıklanan kanal İstanbul projesiyle ilgili gerçekleri takipçileriyle paylaştılar.

 

İşte Argonomi'nin ağzından Kanal İstanbul gerçekleri.. 

 

İstanbul boğazı vadi havzasının çökmesi sonucu 7000 yıl önce oluşurken, her yıl bu hattan geçen gemilerin boğazın güvenliğini riske ettiği söylenerek kanal İstanbul projesiyle bu gemilerin buraya yönlendirileceği söyleniyor. Peki boğazlarda gemi trafiği gerçekten artıyor mu?

 

Ulaştırma bakanlığının verdiği verilere göre 2017 yılında 42.978, 2018 yılında 41.103, 2019’un ilk 9 ayındaysa 30. 352 gemi boğazlardan geçmiş. Yani İstanbul boğazından geçen gemi trafiği artmak yerine sürekli azalıyor. Bakalığın hazırladığı ÇET raporunda da son 10 yılda boğaz gemi trafiğinin git gide azaldığı görülüyor. İstanbul boğazından hergün ortalama 115 gemi geçiyor ve söylendiğinin aksine trafik giderek düşüyor. Peki hal böyle olunca bizim gerçekten boğazlara alternatif bir kanala ihtiyacımız var mı?

 

İstanbul’da boğazlarda son 3 yılda 50’ye yakın kaza oldu. Bu kazalardan belki de en önemlisi 1979 yılında tam 96.000 ton ham petrol taşıyan Romanya uyruklu İndependente isimli tanker Haydarpaşa yakınlarında bir Yunan yük gemisiyle çarpışmış, gemi mürettebatından 47 kişi hayatını kaybetmiş, gemi 1 ay boyunca yanmaya devam etmişti. Gemiden sızan petrol o kadar fazlaydı ki boğazların rengi simsiyah olmuş bütün deniz canlıları ölmüş, İstanbul’lular uzun bir süre boyunca denizden hiçbir şey yiyememişti. İşte bu yüzden kanal İstanbul projesinin yapımının zorunlu olduğu söyleniyor.

 

Kanal İstanbul projesinin tarihi süreci!

 

Kanal İstanbul projesi ilk kez Kanuni döneminde konuşulmaya başlanmış, o dönemde Sakarya nehri, Sapanca gölü ve İzmit körfezi birleştirilerek Karadeniz ve Marmara denizinin bağlanması gündeme gelmiş. Amaç Karadeniz’deki donanmanın kereste ihtiyacını hızlı bir şekilde çözmekmiş. Proje Kanuni’den sonra da konuşulsa rafa kaldırılmış.

 

Yıl 1990’da dönemim Enerji Bakanlığı Müşteşarı Yüksel Önem Tübitak dergisinde İstanbul Kanalını Düşünüyorum isimli bir makale kaleme almış. 1994 yılı yerel seçimlerinden önce de Ecevit Karadeniz’den Marmara’ya kanal açılsın açıklaması yapmış. Bu öneriye DSP’nin kanal projesi ismiyle seçim broşürlerinde yer verilir. Yani Kanal İstanbul 16. yüzyıldan beri konuşulmuş ve hep rafa kaldırılmış.

 

Kanal İstanbul nereden yapılacak?

 

Kanal İstanbul Küçükçekmece Gölü’nün Marmara’yı ayırdığı noktadan başlanarak, oradan da Sazlıdere baraj havzasından geçerek Karadeniz’den çıkacak. Bu kanalın uzunluğu 45-50 km olacak ve içinden deniz suyu geçerek gemiler yüzecek. Eğer proje yapılırsa İstanbul 24 ilçesiyle Türkiye’nin en büyük adası olacak.

 

Dünyada kanallar uzun yollardan tasarruf ederek zaman kazanmak için yapılır ama İstanbul kanalı bu şekilde olmayacak. Bu kanal ayrıca denizler arası kot farkı olduğu için muhtemelen Panama kanalı gibi kademeli bir şekilde yapılacak. Bu kanala geçmesi sıkıntılı gemiler yönlendirilecek deniliyor. Peki biz gemilerin buradan geçmesi için onları zorlayabilir miyiz?

 

Kaldı ki boğazlar doğal su yolu olduğu için ücretsizken, Kanal İstanbul ücretli olacak. Biz bu noktada rest çekip bundan sonra bu yolu kullanacaksın diyebilir miyiz? Buradaki kilit nokta Montrö Boğazlar Antlaşması.

 

Montrö Antlaşmasının Gerçekleri!

 

Yıl 1923.. İşgalciler ülkeden kovularak Cumhuriyet kurulur. Lozan antlaşmasının imzalanmasıyla Misak-ı Milli sınırlarımız tanınarak tüm dünyaya bir devlet olduğumuz kabul ettirilir ama İtilaf devletleri egemen oldukları boğazları bırakmak istemez. İşte bu yüzden Lozan’da ne kadar tartışılsa da Türk boğazları Birleşmiş Milletler’in dahil olduğu bir komisyona bırakılır ve Türklerin bu bölgeye asker yerleştirilmesi yasaklanır. Atatürk o dönemki koşullarda bu tavizi verir ama hakkımızı geri alacaktır.

 

Yıl 1936.. İkinci Dünya Savaşı’nın ayak sesleri duyulmaya başlamış. Almanya Hitler ile savaşa hazırlanıyor. Atatürk 13 senenin ardından doğru zamanın geldiğini söyler. Genç Cumhuriyet artık güçlenmiştir. Talebimiz doğrultusunda boğazlarımız için İsviçre’de tekrar masaya oturulur. İstanbul ve Çanakkale boğazlarının egemenliği Türklere teslim edilir. Montrö Atatürk’ün bağımsızlık mücadelesinin zaferi olur. Boğazların askeri savuması ve müdahalesi tamamen Türkiye’ye bırakılmıştır.

 

Antlaşmaya göre boğazlar serbest su yollarıdır. Ticaret gemileri boğazdan serbestçe geçebilecektir. Türkiye boğazlardan kimin geçip kimin geçmeyeceğine sadece bir savaş döneminde karar verecektir.

 

Buraya kadar bir gemici Kanal İstanbul’dan geçmeyi tercih etmeyecektir. Ama kanal İstanbul’un bir avantajı olabilir. O da sıra beklememek. Ticarette zaman çok önemlidir. Büyük lojistik firmaları zamandan kazanmak için gönüllü olarak yeni kanaldan geçebilir. Ama hiçbir gemiye sen buradan geçmeyeceksin kanaldan geçeceksin diye bir kısıtlama yapılamaz çünkü burası doğal su yoludur ve tüm ticari gemilerin geçiş hakkı vardır. Bu yüzden İstanbul boğazından geçen gemilerden sadece fener, kılavuz ve tahlisiye ücretleri alabiliyoruz.

 

Türkiye 1936 yılında belirlediği bu ücretleri altın Frank üzerinden belirlemiş. 1936 yılında 1 Frank, 0.29 gr saf altına denk geliyormuş. 1953 yılında Demokrat Parti döneminde Frank’ın artık tedavülde olmadığı dönemlerde ödemelerin Frank yerine Türk Lirası üzerinden yapılır. 1982 yılında askeri Cunta döneminde ise bir karar alınır. Bu tarihten itibaren ücretler Türk Lirası üzerinden değil, Dolar üzerinden alıcağını beyan eder. Uygulama ile her bir gemiden yapılan tahsilat hayli artar. Zaten asıl olan da budur ama Ruslar itiraz eder, İngilizler de peşinden itiraz ederler. Tüm bu itirazlar üzerine Turgut Özal hükümeti 1983 yılında geri adım atar ve uygulamadan dönülür hatta alınan paralar geri iade edilir. 1983 yılında 1 gr altın karşılığı 2.78 Dolar olarak hesaplanarak sabitlenir. Günümüzde 1 gr Altın 47.5027 iken sabitlenmiş ücretlerle her yıl Türkiye yaklaşık 2 milyar Dolar kaybetmektedir. Yaklaşık 30 yıl önce sabitlenen kur yüzünden Türkiye boğazlardan her yıl sadece 150 milyon dolar gelir elde edebiliyor.

 

İşte asıl olanın Kanal İstanbul antlaşmasıyla Montrö Antlaşmasının değiştirilmesi için tekrar masaya oturmak olduğu söyleniyor. Oysa Montrö Antlaşması 1956 yılında zaten bitmiş durumda ama buna itiraz eden çıkmadığı için halen yürürlükte.

 

Peki Montrö Antlaşmasının değiştirilmesi mantıklı mı?

 

Montrö antlaşması taraflardan birinin ön bildirimi ile sona erdirilebilecekken, antlaşmaya taraf Türkiye de dahil hiçbir ülkenin böyle bir talebi olmadığı için halen yürürlükteyken, antlaşmadaki 28. maddeyle gemilerin boğazdan özgürce geçmesi sonsuza kadar bağlanmıştır.

 

Yani gemilerin boğazlardan geçme özgürlüğü yeni bir antlaşma da yapılsa hiçbir şekilde değiştirilemez durumda. Kanal İstanbul’un yapılmasıyla Montrö Antlaşmasının değiştirilmesi için diplomaside doğal ortam hazırlanmış olacak. Kanal İstanbul’un geçişlerinin hukuki statüsü tekrardan düzenlenmek istenecek.

 

İlker Başbuğ, konuyla ilgili yaptığı değerlendirmede “1983 Deniz Hukuku sözleşmesinde diyor ki “Uluslararası boğazlardan geçiş rejimi olarak kıyı devletlerine Montrö’nün verdiği yetkileri vermez.” özellikle Montrö’den kazandığımız uluslararası antlaşmalarla düzenlenen “Boğazların statülerinin saklı kalmasını” zorla mücadele ederek koydurduk. 83 Deniz Hukuku sözleşmesi bugün Montrö’nün bize verdiği yetkileri vermez. Bakın Montrö antlaşması olmasaydı korkarım Türkiye 2. Dünya Savaşı’nda tarafsızlığını koruyamazdı. Ne olurdu o zaman Türkiye savaş alanı olurdu. Tarafsızlığı Montrö bize sağlıyor. Ama bu kurallar bozulursa başımıza bela olur. Korkarım böyle bir durumda iki ülke arasında çatışma çıkması durumunda Türkiye’yi savaş alanına dönüştürürüz.” ifadelerini kullandı.

 

Asıl sorulması gereken şu: Montrö boğazlar antlaşmasının değişmesini kim neden istiyor?

 

Montrö antlaşmasına göre Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkeler, Karadeniz’de en fazla 21 gün süreyle savaş gemisi bulundurabiliyor. Montrö Antlaşmasının 14. maddesine göre boğazdan geçen savaş gemilerinin toplam tonajı 15 bin tonu geçemez ve aynı anda 9 gemiden fazla geçemez. Peki bu durumdan en çok rahatsız olan ülke kim?

 

Amerika bu antlaşmanın değişmesini en çok isteyen ülke çünkü Amerika Akdeniz’de fazla sayıda savaş gemisi barındırabiliyorken Karadeniz’de Montrö yüzünden bu hakkı bulunmuyor. Amerika dünyanın her denizinde yaptığı gibi Karadeniz’de de istediği kadar kuvvetle, istediği süre boyunca kalmak istiyor. Özellikle Rusya için Karadeniz’in NATO ve Amerika’ya kapalı kalması hayati önem taşıyor. Aynı şekilde Türkiye için de.

 

Detayları aşağıdan öğrenebilirsiniz.