Ahmet Kaya kimdir? Celil Nalçakan'ın başrolünde yer aldığı filmde Ahmet Kaya'nın hayatı anlatılırken, merhum sanatçı Ahmet Kaya ile ilgili bilgiler sosyal medyada ve internette kullanıcılar tarafından sıklıkla merak edilmektedir. Peki Ahmet Kaya kimdir? Nerelidir? Kaç yaşında vefat etmiştir? Neden öldü? Cevaplar haberimizde..

 

Ahmet Kaya kimdir? Celil Nalçakan'ın başrolünde yer aldığı filmde Ahmet Kaya'nın hayatı anlatılırken, merhum sanatçı Ahmet Kaya ile ilgili bilgiler sosyal medyada ve internette kullanıcılar tarafından sıklıkla merak edilmektedir. Peki Ahmet Kaya kimdir? Nerelidir? Kaç yaşında vefat etmiştir? Neden öldü? Cevaplar haberimizde..

 

 

Ahmet Kaya kimdir? Nerelidir? Kaç yaşında vefat etmiştir? Neden öldü?

 

Ahmet Kaya kimdir? 28 Ekim 1957, Malatya doğumlu olan unutulmaz ses Ahmet Kaya 16 Kasım 2000 tarihinde Paris’te vefat etti. 1980 ve 1990’larda çıkardığı albümler ve verdiği konserlerle tanınmış unutulmaz sesli müzisyen Kürt kökenli olması ile ülke geneline nam salmış bir isimdi. 1957 yılında Malatya’da Kürt kökenli bir ailenin beşinci çocuğu olarak dünyaya gelen Ahmet Kaya aslında aslen Adıyamanlıydı. Babası Sümerbank dokuma fabrikasında çalışan bir işçi olan sanatçı ilkokulu Malatya’da okudu. Müzikle altı yaşında babasının hediye ettiği bağlama ile tanışan Ahmet Kaya okuldan geri kalan zamanlarında plak ve kaset satan bir dükkânda çalışıyordu ve ailesinin geçim sıkıntısı çekmesi nedeniyle 1972’de İstanbul Kocamustafapaşa’ya göç etmişti. Böylece okulu bırakmak zorunda kalan sanatçı işportacılık ve çeşitli işyerlerinde çıraklık yaptı.

Bu dönemde yaşadığı büyükşehire alışma sıkıntılarını ise bir belgeselde yıllarca dileden dile dolaşan şu sözlerle dile getirmişti; “Onlarla konuşmuyordum; çünkü onlarla konuşamıyordum. Giyimleri başkaydı, konuşmaları başkaydı. Onlar gibi konuşmaya çalışıyordum. Mesela terziye gidip onlar gibi pantolon diktirmeye filan başlamıştım. Terzinin yaptırdığı pantolonların üzerime uymadığını görüyordum. Onlara yakışıyordu bana yakışmıyordu. Bir kız vardı bizim okulda; herkesin bir ilk aşkı vardır, çocukluk aşkı. Bir gün gittim dedim ki “Biraz seninle konuşak beş dakika, yani kaçıyorsun hep iki tane laf edek.” Bana dedi ki “Rica ederim” dedi. Öyle bir ağrıma gitti ki yav dedim “Ben de sana rica ederim.” Ben o zaman rica ederim’in anlamını bilmiyordum yani onu bir küfür gibi zannettim biliyor musunuz.”

 

On altı yaşında yasadışı afiş basmaktan hapse atılan Ahmet Kaya daha sonra birkaç arkadaşıyla birlikte Halk Birimleri Derneği’nin çalışmalarına katıldı. Bu çalışmaları sırasında çeşitli etkinliklerde bağlama çalmaya devam eden ünlü ses, Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılan bir etkinlikte Ruhi Su ile tanışma fırsatı buldu ve Mahsus Mahal isimli Ruhi Su türküsünü söyledi. 1978 yılında Gelibolu’da askerlik yaptığında askeri orkestrada müzik çalışmalarına devam etti. Askerden döndükten sonra Emine adlı ilk eşiyle evlenen Kaya’nın bir kız çozuk sahibi olduğu bu evlilik uzun sürmedi. Daha sonra ise akıllarda ve şöhretinde yer edinen şekilde Yusuf Hayaloğlu’nun kız kardeşi Gülten Hayaloğlu ile evlendi. Bu evlilikten ise, 1987 yılında ikinci kızı Melis dünyaya geldi. İşsizlik sebebiyle ekonomik zorluklar çeken ve bu sırada ilk eşi kendisinden ayrılan Ahmet Kaya bu ekonomik sorunlarından kurtulmak umuduyla kendi deyimiyle “sistemin tersine hareket” ederek hapse girmeye çalıştı. 

 

Uzun uğraşılar sonucu çıkardığı Ağlama Bebeğim albümünü ise 1984 yılında yayınladı. Yayımlandığı yıl albüm toplatılsa da daha sonra sansürü kaldırıldı. 1985 yılında ikinci albümü Acılara Tutunmak için çalıştığı sütüdyonun sahibi, o sıralarda Metris Askeri Cezaevi’nde olan Selda Bağcan’ın kardeşi Sezer Bağcan‘dı ve cezaevinde tanıştığı 12 Eylül Darbesi mağduru Gülten Hayaloğlu ile Ahmet Kaya’nın tanışmasına aracılık etti. Albüm yayımlandıktan sonra da evlendiler. Gülten Hayaloğlu hapishanede idam cezasına mahkûm olan Nevzat Çelik’in Şafak Türküsü şiirini Ahmet Kaya’ya iletti ve böylelikle geniş kitlelerce tanınmasını da sağlamış oldu. Bu albüm, 1985 yılında yapılıp 1986’da piyasaya çıkan Şafak Türküsü oldu. Gülten Hayaloğlu ile tanıştığı dönemde kardeşi Yusuf Hayaloğlu ve şiirleriyle tanışan Ahmet Kaya sözlerinin çoğunluğunun Yusuf Hayaloğlu’na ait olduğu Yorgun Demokrat adlı albümü 1987 yılında yayımladı.

 

1988 yılında sadece iki şarkının söz yazarlığını Hayaloğlu’nun yaptığı ve diğer sözlerin tanınmış şairlerin şiirlerinden oluşan Başkaldırıyorum albümü piyasada çıkış yaptı. Bu süreçten sonra ise birçok başarılı albümden sonra Şarkılarım Dağlara albümü basılan 2.800.000 bandrolle rekor kırdı. Ancak bu albümde yer alan Özgür Çağrı isimli şarkıda geçen “Abin bir gün dağdan döner, sarılırsın yavrucağım” gibi sözler nedeniyle albümü toplatıldı ve Ahmet Kaya’nın da konser vermesi yasaklandı. Ahmet Kaya 10 Şubat 1999’da Magazin Gazetecileri Derneği’nin Princess Otel kongre salonunda düzenlenen ödül töreninde yılın en iyi sanatçısı ödülünü alırken ödül konuşmasında: “Ben bu ödül için İnsan Hakları Derneği’ne, Cumartesi Anneleri’ne, tüm basın emekçileri ve tüm Türkiye halkına teşekkür ediyorum. Bir de bir açıklamam var: Şu anda hazırladığım ve önümüzdeki günlerde yayımlayacağım albümde bir Kürtçe şarkı söyleyeceğim ve bu şarkıya bir klip çekeceğim. Aramızda bu klibi yayınlayacak yürekli televizyoncular olduğunu biliyorum, yayınlamazlarsa Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını biliyorum.” dedi. İşte tam da bu sözleri üzerine davetlilerin bir kısmı tepki gösterip, küfretmeye ve kendisine çeşitli eşyalar fırlatmaya başladılar. Ahmet Kaya ise MGD görevlileri tarafından kongre salonundan olağandışı koşullarda dışarıya çıkartıldı. 

 

Bu olayın hemen sonrasında Ahmet Kaya’nın 1993 yılında Berlin’de Kürt İş Adamları Derneği’nin düzenlediği bir gecede verdiği iddia edilen bir konsere ilişkin fotoğrafların Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanması üzerine ise “Bölücü PKK terör örgütüne yardım ve yataklık yaptığı ve halkı ırk farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği” iddiasıyla hakkında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde toplam 10.5 yıl ağır hapis istemiyle iki ayrı dava açıldı. Ahmet Kaya 1999 yılında mahkemeye yaptığı savunmada bu iddialara yönelik olarak “1993 yılı sonbaharında sanatçı arkadaşım Zuhal Olcay’ın da olduğunu hatırladığım bir Avrupa turnesine orkestramla birlikte katıldım. Berlin dahil Avrupa’nın birçok kentinde bu arkadaşlarımla birlikte konserler verdim. Bu konserler arasında Almanya’da sadece PKK’nın katıldığı ve ‘Kürt İşadamları Derneği’ adlı bir kuruluşun düzenlediği ileri sürülen bir konsere katılmadım. Böyle bir derneğin gerçekte var olup olmadığını dahi bilmiyorum. Söz konusu gazete haberi üzerine yaptığım araştırmada 1994 yılı başlarında Berlin’de ‘Demokratik Esnaflar Birliği’ adlı bir kuruluş tarafından düzenlenen bir geceye katıldığımı tespit ettim. Geceyi düzenleyen ‘Demokratik Esnaflar Birliği’ tarafından gönderilen yazıda da belirtildiği üzere, bu gecenin hiçbir örgüt ya da başka bir kuruluşla ilgisi bulunmamaktadır.” dedi ve şu sözlerle de devam etti; “Savcılık ifademde de belirttiğim gibi, sahne sıram gelinceye kadar sahneyi daha önceden görme şansım yoktu. Sahneye çıktıktan sonra fotoğrafta yer alan pankartı görsem dahi hiçbir şey yapamazdım. Konseri iptal etmem halinde salonu dolduran ve benim şarkılarımı dinlemek için gelmiş binlerce dinleyicinin haklı tepkisini alacak ve gecenin o atmosferinde, o salondan rahatlıkla ayrılabilmem bile mümkün olmayacaktı; ama sahneden fark ettiğim kadarıyla salonun çeşitli yerlerinde asılı başka pankartlar da vardı; fakat sahne ışıkları ve yüksek spotlardan dolayı benim onların içeriğini de görebilme şansım yoktu. Her zaman olduğu gibi kendi şarkılarımı söyledim ve sahneden ayrıldım. Bütün titizliğime rağmen bu konser sırasında çekilmiş olması mümkün olan fotoğrafın yıllar sonra ve tamamen gerçek dışı bir haberle birlikte kullanılması beni üzdü. Böyle bir fotoğrafın varlığı ve bunun bugüne kadar yayımlanmaması hiçbir ciddi habercilik anlayışıyla bağdaşmaz ve haberin gerçek dışı oluşunu ve başka amaçlara yönelik bir yayıncılık anlayışı olduğunu açıkça ortaya koyar.”

 

Ahmet Kaya tüm savunmasına ve delillere rağmen, yargılamaların sonucunda gıyabında toplam 3 yıl 9 ay ağır hapis cezasına çarptırıldı ancak sonucu tahmin eden Kaya 16 Haziran 1999’da Türkiye’den ayrılmıştı. Ahmet Kaya Hakkında 1999 yılında ise Münih’te PKK yanlıları tarafından düzenlenen konserde ‘‘Arabamı o şerefsizlerin memleketinde bıraktım’’ dediğini iddia eden Hürriyet Gazetesi haberi için hakkında DGM tarafından bir kez daha soruşturma başlatılmıştı ki davaya Kaya’nın şu sözleri damga vurmuştu; “Ben 3 tane şerefsizin yüzünden ülkemde arabama bile binemedim dedim” Ancak 1999’da Almanya’nın Münih şehrindeki Barış, Demokrasi ve Özgürlük Festivali isimli organizasyonda söylediği ve içinde “Kürdüz Ölene Kadar, Vallahi biz dostu özledik, Kürdüz sonuna kadar, Vallahi Apo’yu özledik” sözleri geçen şarkısı nedeniyle çok büyük eleştiriler aldı. Bu arada Ahmet Kaya, yasal suçlamaların yanı sıra çeşitli kesimlerce lüks içinde yaşarken yoksulluk edebiyatı yapmakla suçlanmış ve bu konuda da oldukça gündeme gelmişti. Bu eleştirilerle ilgili olarak ise şu akılda kalan sözleri söylemişti;
“ Benim hiç Mercedes’im olmadı. Şimdiki arabam Mercedes’ten daha pahalı, cip olduğu için gözüne batmıyor insanların. Salaklaşmamak lazım; bunlar önemli şeyler yani. Biz insanların yoksulluğunu savunmadık. Bizler yaşamımız boyunca insanların zenginliğini savunduk. Yani ben cipe binsem, Mercedes’e binsem; bunlar önemli şeyler midir? Ben tarihin yüklediği misyonu yerine getiriyor muyum? Bu önemli. Tam 30 sene aç yaşadım bu ülkede, 30 yıl boyunca. Bütün lokantaların kenarlarına gidip, o lahmacunların nasıl çıktığına baktım. Artık ben bu saatten sonra bunu yerim ve kimse bunu engelleyemez…” Ahhmet Kaya 16 Kasım 2000’de, Hoşçakalın Gözüm İsimli Albümünün Kayıtlarını Yaparken, Paris’in Porte de Versailles semtindeki evinde bir gece kalp krizi sonucu hayatını kaybetti ve 17 Kasım 2000’de 30.000’in üzerinde kişinin katıldığı törenle Paris’in Père Lachaise Mezarlığı 71. bölüme defnedildi.
Ölümünden sonra Asıl önemli ve dikkat çeken şey ise her fırsatta “Öldüğümde değil yaşarken anlayın beni” diyen Ahmet Kaya hakkında ölene kadar bir linç kampanyası yürütülmüştür. O öldükten sonra ise kendisine yüzlerce ödül verilmiştir. Son olarak Ahmet Kaya hakkında konserlerinde şarkılarının sözlerini Türkiye Cumhuriyeti anayasasına aykırı olarak değiştirdiği gerekçesiyle de birçok dava açıldı. Ahmet Kaya bu suçlamalara yönelik olarak ise 1999 yılında mahkemede yaptığı savunmada şunları söylemişti:

 

“İddianamenin ikinci sayfa, dokuzuncu paragrafında yer alan şarkı sözlerini, Türkiye’deki birçok konserimde de bu şekilde değiştirerek söyledim. Bu küçük değişiklikten başka anlamlar çıkarılmasına sadece çok şaşırıyorum. Bütün samimiyetimle şunun bilinmesini isterim ki bunu yaparken başka bazı şeyler hedefliyor olsam, benim kadar sözünü sakınmadan söyleyen bir insan -takdir edersiniz ki- bu kadar dolaylı bir yola başvurmaz, “şimdilik hoşça kal yaban çiçeğim, yasal mermisiyle bir komiser yaklaşmakta” biçimindeki orijinal sözleri, “şimdilik hoşça kal yaban çiçeğim, yasal mermisiyle bir TC yaklaşmakta” şeklinde söylemem, kanımca iddianamedeki gibi yorumlanamaz. En yalın haliyle; mermiyi polis kullanır, polis Türkiye Cumhuriyeti’nin polisidir ve devletin polisini şarkının sözel kalıbı içerisinde bu şekilde ifade etmemden nasıl farklı bir sonuç çıkarılabilir? Çünkü şarkıdaki sözün özü şudur: ‘Yasal mermisi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin bir komiseri yaklaşmakta’. ‘Başım Belada’ adlı bu şarkımın bir başka yerinde; “üstelik göğsümde, yani tam şuramda, kirli sakalıyla bir eşkıya gezinmekte” yerine, “üstelik göğsümde, yani tam şuramda, kirli sakalıyla bir gerilla gezinmekte” dersem, bunun sakıncası ne olabilir? Her ikisi de dağlarda yaşar ve sakalları kirlidir. Kaldı ki şarkının bütünü dikkate alındığında, şarkıdaki mizah ve ironi zaten görülecektir. Sevgili Can Yücel’in ‘Sevgi Duvarı’ adlı şiirinde, ‘sidikli kontes’ diye bir nitelemesi vardır. Yıllar önce ben bu şiiri bestelediğimde denetimden geçirilmemiş ve onu ‘pasaklı kontes’ biçiminde değiştirdiğimizde bu çok önemli (!) sakıncayı ortadan kaldırmıştık. Bu örneği, hukuk tarihi kendi komedisini yazdığında malzeme olması açısından verdim. Dünyanın uğraştığı ve çözüm bulmaya çalıştığı hayatî konularla bizim mahkemelerimizin gündemini işgal eden konular karşı karşıya getirildiğinde, ülke olarak dünyanın gidişatını neden çok geriden takip ettiğimiz daha iyi anlaşılsın ve sıradan bir şarkı sözüyle bir ülkenin bölünebileceği kompleksinden artık herkes kurtulabilsin diye verdim. Bu durumdan benim çıkardığım sonuç şu: Demek ki bundan böyle sahne şovlarımda bunun bir parçası olarak, kendime ait şarkıları biraz değiştirip söylerken ciddi bir çekince yaşayacağım. Örneğin bir şarkımda “örselendi aşklarım, üstelik çok uzak bir diyardayım” sözlerini, konser verdiğim yere göre “Hamburg’tayım” ya da “Bayburt’tayım” şeklinde yorumlamaktaydım. Bir başka şarkımda; “O mahur beste çalar, müjganla ben ağlaşırız.” (ki müjgan burada kirpik anlamında kullanılmıştır) biçimindeki sözleri “Ayten’le ben ağlaşırız.” biçiminde değiştirerek söyleyebiliyorken bundan böyle söyleyemeyeceğim anlaşılıyor. Peki, size göre kendimi böyle daha mı özgür hissedeceğim?”